Ligimizin yarışmacılık seviyesi ve pastanın son hali

Sultanlar Ligi ve Avrupa kupalarında zirveyi hedefleyen takımlar(ımız) yollarına kayıpsız devam ederken, bu haftaki yazının önemli kısmını ligimizin yarışmacılık seviyesine ve değişen voleybol ortamına ayırdık.

Sultanlar Ligi’nde 2. haftadan sonraki en çekişmeli haftayı geçirdik. 3 maç karar setine giderken, karar setlerinde tüm takımların minimum 11. sayı görmesi de maçları daha izlenir hale getirdiler. Bugünkü yazıda, maçlara kısaca yer verdikten sonra bazı genel konulara da değinmek istiyorum. Hafta içinde 3 Şampiyonlar Ligi, 2 Challenge Cup takımımız, aldıkları net galibiyetlerle yollarına devam ettiler. Galatasaray ve Nilüfer Bld., artık Challenge Cup’ta son 16 takım arasındalar. Şampiyonlar Ligi gruplarında 1’er güçlü İtalyan temsilcisi bulunan Vakıfbank ve Eczacıbaşı, gruptaki 3. maçlarını Vero Volley Milano ve Savino del bene Scandicci ile oymayacaklar ve bu maçlar grup liderliği için hayati önem taşıyacak. Fenerbahçe’nin işi biraz daha kolay diyebiliriz, sarı-lacivertliler bir aksilik olmazsa grup lideri olarak çeyrek finale kalacaklar. Ligde de ilk 4 sıradaki takımlar, 3 puanlı galibiyetler aldılar ve yollarına fire vermeden devam ettiler.

LİGİN DİBİNDEKİ KALİTE

Hafta sonunun ilgi çeken mücadelelerinden birisi, Cumartesi gününü açan, ligin son 2 sırasındaki takımın mücadelesiydi. Karayolları, konuk ettiği Çukurova Bld. karşısında ilk 2 seti kazandı ve böylece bu sezon hem ilk setini hem de ilk puanını kazandı. 3. setin sonuna da 22-22 girmeyi başaran başkent ekibi buna rağmen üst üste 3 set kaybederek maçtan hüsranla ayrıldı ve 8. maçında 8. mağlubiyetini aldı. İtalya Ligi ile Türkiye Ligi arasında ilginç bir fark var. Fenerbahçe geçtiğimiz sezon 4 sezonluk Vakıfbank serisini kırmayı başardı, İtalya’da ise Imoco son 5 sezonun şampiyonu ve adeta rakipsiz durumda. Bu sezon da durum değişmeyecek gibi duruyor.

Bu anlamda şampiyonluk yarışının ligimizde biraz daha çekişmeli olduğunu söyleyebiliriz. Ancak 2 ligin alt sıralarındaki çekişme karşılaştırıldığında Serie A (pallavolo femminile) bu alanda çok daha önde. Sultanlar Ligi’nde son 10 sezonda tam 5 kez sonuncu takım galibiyet alamadan küme düşerken. İtalya'da, aynı dönemde galibiyet alamayan takım olmadı. Hatta 2 kez 5 galibiyet alan takım küme düştü. Kıtanın üçüncü en iyi ligi diyebileceğimiz Polonya Ligi’nde de son 10 sezonda 0 galibiyet alarak küme düşen sadece 1 takım var, tam 3 kez ise sonuncu takım 5 galibiyet alabilmiş, hem de takım ve maç sayısı daha az iken, lig 12 takımla oynanıyor. Bu yüzden ligimizin özellikle küme düşme mücadelesinde, daha sezonun ilk haftalarından havlu atmaya doğru giden bir takımın olması artık klasikleşmeye başladı ve bu pek iyi bir gelişme değil.

Bir başka karşılaştırma ligin ilk 4 sırasındaki takımların, orta sıralardaki takımlarca tehdit edilebilme oranıyla alakalı. Türkiye ve İtalya Liglerinin, geçtiğimiz 3 sezondaki tablosunu ele aldığımızda çok ilginç verilere ulaşıyoruz. Sultanlar Ligi’nin geçtiğimiz 3 sezonunda ilk 4 sıra değişmiyor. Vakıfbank, Fenerbahçe, Eczacıbaşı ve Türk Hava Yolları sürekli oradalar, THY 3 sezonda da 4. Sırayı alarak. İtaya’da ise, aynı 3 sezonda 6 farklı takım görüyoruz. Imoco, Scandicci, Novara, Monza, Chieri ve Busto Arsizio. Bu 3 sezonda Sultanlar Ligi’ndeki ilk 4 takımın aldığı toplam mağlubiyet sayısı 47, İtalya’da ise 57. En çarpıcı olanı ise ligimizde ilk 4 sıra takımının aldığı bu 47 mağlubiyetin sadece 10 tanesi ilk 4 dışındaki takımlara karşı. İtalya’da ise toplam 57 mağlubiyetin tam 22 tanesi ilk 4 dışındaki takımlara karşı. Yani orta sıralardaki takımlarn, zirve mücadelesi yapan takımları mağlup etme sıklığı çok daha fazla. 2021-22 sezonunda, sezonu 9. Bitiren Mert Sigorta, THY’yi 3-2 mağlup etmişti. Bu ilk 4’ü mağlup eden takımın yer aldığı en alt sıraydı. İtalya’da ise 2021-22’de Casalmaggiore, Scandicci’yi, 2022-23’te de Frienze, Chieri’yi mağlup ederken sezonu 10. sırada bitiren takımlar olarak 4. Sırada bitiren takımları mağlup etmişlerdi. Bunun bir sebebinin İtalya’da ilk 8 takımın şampiyonluk play-off’una girmesi sebebiyle (Türkiye’deki ilk normal sezonda ilk 4 sırayı alan takımın girmesinden farklı olarak), normal sezonda orta sıralardaki takımların da işi sıkı tutmasına bağlayabilirsiniz, fakat yine de salt sebebin bu olduğunu söyleyemeyiz.

Bu karşılaştırmayı bu sezon Kuzeyboru’nun yaptığı ve herkesi sevindiren çıkış üzerinden de görmek lazım. Aksaray takımı şu an 4.lük koltuğunda ve bu koltuk için en büyük rakibi THY’nin önümüzdeki 4 haftada hem Fenerbahçe hem de Vakıfbank ile maçının olması, dolayısıyla Mehmet Bedestenlioğlu’nun takımına göre daha zorlu rakiplerle mücadele edeceği göz önüne alınırsa, belki de 3 sezon sonra farklı bir ilk 4 ile karşılaşabiliriz.

VOLEYBOLA ARTAN İLGİ VE YOL AYRIMI

Yazının son kısmında, giderek başkalaşım geçiren voleybol ülkesi ile ilgili de birkaç saptama yapmak istiyorum. Herhangi bir spora artan ilgi beraberinde sadece olumlu gelişmeleri getirmiyor. Elbette artan ilgi o spora yapılan yatırımları, basın ilgisini, oyuncuların hak ettikleri övgüyü alma yoğunluğunu, tesislerin kalitesini, yayın çeşitliliğini, rekabeti ve nihayetinde de sporun kalitesini artırıyor, buna şüphe yok. Fakat artan ilgi beraberinde o sporun daha fazla konuşulmasının, etrafında dönen haber sayısının, günümüzde artık ilgi gören hiçbir sporun uzak kalamayacağı sosyal medya ve o meşhur “sade vatandaş” ilgisinin artışını da beraberinde getiriyor. Bu ikisini birbirinden ayrı tutmak çok zor, zira birisi diğerini de beraberinde getiriyor. 2000’li yılların başında, ulusal takımın başarısı ve etrafında dönen ilginin etkisiyle, basketbol büyük bir sıçrama yapmıştı. O yıllarda sosyal medya ve diğer iletişim araçlarının bu kadar gelişmemesi, basketbolun büyük bir ivme kazanmasının biraz daha dengeli biçimde gerçekleşmesini sağladı. Voleybol ise 2020 ve özellikle de 2021 yazında düzenlenen turnuvaların ardından, bahsettiğim ivmeyi, kadın voleybolu özelinde, çok daha kısa sürede çok büyük kalabalıkları içine dahil ederek kazandı, ivme son 1 yıl içinde erkek voleybolunu da içine almaya başladı. Bu pasta henüz çok büyük değil, ancak herkes bir pay kapmaya çalışıyor ve bunun sonucunda da ortaya asılsız haberler, transfer asparagasları, spekülatif ifadeler de atılabiliyor. Dediğim gibi bu bir seçim. Ya, bundan 10-15 yıl öncesindeki gibi bu sporun kısıtlı bir kitle tarafından takip edildiği, büyük maçlar dışında salonların çok fazla dolmadığı, çok değerli oyuncuların hak ettikleri değeri görmediği ortamda, çok fazla çatlak sesle uğraşmayacağız, ya da bugünkü gibi bu pastanın giderek büyümesi sırasında bazı taraflarının lezzetini kaybetmesine razı olacağız.

Voleybola ilgi duyan ve içine yeni üyelerini alarak giderek büyüyen kitle, ülkede, çok daha uzun bir kültür geçmişi olmasına rağmen oldukça problemli bir halde olan futbol kültürünün (tayfasının) voleybola kaymasından rahatsız. Bununla beraber bizzat bundan şikayet edenlerin oynadığı rol dahil voleybol ortamı giderek futbola benzemeye başladı. Sürekli yetenekleri tartışılan oyuncular, transfer söylentileri, “tıkla” haberciliği, yöneticilerin rakip kulüplerin ismini vererek onlara çatmaları, kızgın menajer çıkışlarıyla giderek daha fazla karşılaşmaya başlamışken, futbolda zaman zaman gündeme gelen, büyük bir takımın, bir sonraki maçta karşılaşılacağı takımın yıldız oyuncusuna teklif götürmesi hadisesini de yaşadık (daha önce de yaşıyor muyduk bilinmez). Bundan şunu anlayabiliriz, bu oluşan kültür spora göre fark etmiyor, futbolda oldu, basketbolda oldu, şimdi voleybolda oluyor, yarın bir gün benzer seyirci kitlesi ve ilgiye ulaşırsa hentbolda da olabilir. Yani bu bizim spor ve sosyal kültürümüzün bir sonucu, yoksa herhangi bir sporun izleyici grubuna göre çok farklılık göstermiyor. Umarım, bu konuda daha mantıklı davranarak, hep beraber, daha az dışı, daha çok saha içi ile ilgilenebiliriz.