Macahel: Yasak ve ayıp
Pandemi yorgunu 8 doktor, Çamlıhemşin yaylalarından başlayıp, Şavşat üzerinden Macahel’e uzanan bir yolculuk yaptık. Aramızda Covid geçirip, atlatanlar da vardı ve hepimiz aşılıydık. Açık havada, bulaş korkusundan uzak, dağlara, ormanlara ve göllere uzanan doğa yürüyüşleri, dinlenme ve keşif yolculuğuydu. Yaylalardaki kar suyu göllerinde, çağıldayan derelerde ve Türkiye’nin en yüksekten dökülen çağlayanı Maral Çağlayanı’nda yıkandık, arındık.
Bukla Tur’dan amca yeğen, kaptan Adem ve Muhammet (Mami) Memoğlu bölgeyi avuçlarının içi gibi biliyorlardı. Rehberlikten öte yol arkadaşıydılar ve envayi çeşit “doktor nazını” gık demeden çektiler. Artvin- Şavşat- Macahel- Borçka arasındaki bölge bir yeryüzü cenneti. Dağlar, ormanlar, yaylalar, göller gerçek bir doğa hazinesi.
***
Maalesef Pandemi bölgeyi derin bir ekonomik krize sürüklemiş. Şavşat’ da Eren ve Evren kardeşler muhteşem doğanın içine varlarını yoklarını koyup çok güzel bir otel inşa etmişler. Blackforest’in terasından kara orman dağlarının ardına batan güneşi seyretmek olağanüstü bir deneyimdi. Açıldıktan bir yıl sonra pandemiye yakalanan otelin neredeyse tek konaklayıcıları bizlerdik. Dayanmaya çalıştıklarını söylediler. İstanbul’dan Macahel’deki köylerine dönüp Greenroof ahşap otelini yapan Volkan ve Selçuk kardeşler de benzer durumdaydılar. Bölgenin dağ ve ormanları, pandemi koşullarında yapılabilecek en güvenli seyahat, tatil rotaları, ama ne teşvik eden var ne destekleyen.
Macahel ise öyle bir yer ki, insan, bilinir popüler olursa yine turizm rantına kurban gider mi korkusuyla, bu coğrafyayı herkes görmeli isteği arasında kararsız kalıyor. 1921 yılında Türkiye ve Sovyetler Birliği arasında çizilen sınır Macahel’in yarısını Gürcistan’da bırakmış. Türkiye’de kalan 6 köyün sakinleri yetmişlerde Borçka yolu yapılana kadar sağlık ve gıda gereksinimlerini, sınırı geçip Gürcistan’ da karşılarlarmış.
Macahel köyleri yüzyıllardır arıcılık yapıyorlar. Doksanlarda TEMA Vakfı bölge arıcılığını korumak ve geliştirmek için çok büyük uğraş vermiş ve bölge halkı da bu çabanın değerini bilmiş. Hemen her arıcının sabit müşterileri bir yıl önceden bal siparişlerini veriyorlar ve kurdukları dernek bal kalitesini denetliyor. Bu yılın kuraklığı Macahel’i bile vurmuş ve kestane çiçekleri erkenden sararıp solmuşlar.
***
Bu yazının konusu ise yaşlı bir arıcının bal hileleri üzerine konuşurken, Macahel kestane balını nasıl koruduklarına verdiği yanıt. Bal yasakla korunmaz, utanmayla korunurdu. Yasağı polis jandarma koyar, onların yokluğunda yasağı delebilirsin. Utanmayı ise biz belirlerdik. Eskiden balında hile yapan arıcı, öyle ayıplanır ve dışlanırdı ki, utancından evinden çıkamazdı, camide herkes sırt çevirir selam vermezdi. Sonunda utancından aramızda barınamaz ve göç edip giderdi. Biz eskiden balımızı öyle korurduk…
Utandırma, dışlama ve sürgüne gitmek zorunda bırakma, kadim küçük toplulukların devlet öncesi buldukları bir düzeni koruma aracı elbet. Her zaman iyi, doğru ve güzeli de sağlamayabiliyor. Topluluğun yeniliğe kapalı olmasına, zamanı durdurmasına yol açıyor ve değişime engel olmasıyla, tutuculuğu besliyor da olabilir.
Yine de yaşadığımız bu utanmazlar döneminde insanın içini acıtan bir yanı var. İktidarı işgal eden yağmacılar kendinden olmayan toplumun her talebini yasaklıyor, aynı zamanda da biteviye ayıplıyorlar. Ama kendileri için hiç bir şey yasak değil ve yapıp ettiklerinden de zerre kadar utanmıyorlar.
Ayıpladığımızda, utanacaklarına pişkince sırıtmaya devam ediyorlar.
Hal böyle olunca da toplumun ürettiği bal her geçen gün daha da bozuluyor.
Yolculuğun son dakika sürprizini ise dönüş yolunda Çorum’da yaşadık. Gece 11’de Çorum’da (!) kızlı erkekli gençlerle tıka basa dolu bir 3. dalga kahvecisine denk geldik. Çorum leblebisinin ötesine geçip, “kuruyemiş kahve” den türettikleri Quqa markalarıyla yol kahvelerimizi hazırlarlarken, Çorum üzerine tatlı tatlı bilindik takılmalarımıza keyifle eğlenceli karşılıklar veren Quqa’cılar, kahve tiryakisi olduğumuzu öğrenince, ederi aldığımız kahvenin iki katı kahve paketini hediye ettiler. Yolcuyduk, bizi tanımıyorlardı, geçiyorduk ve olasılıkla bir daha da belki hiç gelmeyecektik!
Bu utanmazlar gittiklerinde hâlâ çiçeklerimizde nektar kalabilirse biz yine bal üretebiliriz. Yeter ki hep beraber ayıplayalım, hep birlikte tekmeleyelim tahtlarını.