Çin ziyaretinde ev sahiplerinden büyük itibar gören Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un kendi evine döner dönmez yaptığı “anti-Amerikan” açıklamalar Alman medyasında “Macron’a sert tepkiler” vurgusuyla veriliyor. Bu tabii ki uluslararası kamuoyuna da böyle yansıyor. Ancak hem söz konusu eleştirileri yapan politikacıların siyasi ağırlıklarına, hem de açıklamalarına biraz dikkatli bakılınca, başlıkların abartılı olduğu ortaya çıkıyor. Şimdiye kadar hükümet cephesinden bir açıklama yapılmadı. Geçtiğimiz kasım başında Çin’i ziyaret eden Başbakan Scholz da, zaman zaman Çin’e yönelik sert çıkışlar yapan Dışişleri Baerbock da şimdilik sessiz. Sadece koalisyonun küçük ortağı FDP’nin (Hür Demokrat Parti) genel sekreteri ve büyük ortak SPD’den (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) bir milletvekilinden ABD ile Avrupa’nın birbirine yakın olması gerektiğine dair genel geçer ifadeler duyuldu. En ağır tepki ana muhalefet partisi CDU’nun (Hıristiyan Demokrat Birlik) dış politika sözcüsünden geldi. Buna göre Macron, Avrupa’yı zayıflatıyormuş.

Şöyle diyor CDU’nun sözcüsü: “Macron, Çin gezisini Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in halkla ilişkiler zaferine ve Avrupa için bir dış politika felaketine dönüştürmeyi başardı. ABD ile ortaklık yerine mesafeli olmayı öngördüğü egemenlik anlayışıyla kendini Avrupa’da giderek daha fazla izole ediyor. ABD Ukrayna’ya destek verip Avrupa’yı savunurken Macron Amerika’ya mesafeli durup Çin’e yakınlaşmayı talep ediyor. Macron böylesine saf ve tehlikeli bir söylemle Avrupa’yı zayıflatıyor."

En çok satan gazete Bild de “Macron Çin karşısında diz çöktü” diyerek bu çıkışı tamamlıyor.

***

Aslında Macron, Amerikan dergisi “Politico” ve Fransız gazetesi “Les Echos”ta çıkan açıklamaları Avrupa’yı zayıflatmayı değil, aksine ABD ve Çin’in yanında, üçüncü bir “süper güç” olarak gelişmesini savunuyor. Ve bu yeni bir şey değil. Daha önce de benzer açıklamalar yapmıştı. Tek fark şimdikileri keskin ifadelerle dile getirmesi...

Avrupa’nın ABD’nin “vasalı” olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu uyarısında bulunan Macron’un söylediklerinin ne kadarı gerçekleşebilir belli değil, ancak bütün bunların Almanya’nın da çıkarına olduğu ortada. Alman ekonomisi Ukrayna Savaşı nedeniyle Rusya’ya yönelik “ekonomik savaş”ın tarafı olmak konusunda isteksizdi ama sonunda bu oldu. “Almanya’nın enerji konusunda Rusya’ya bağımlığını ortadan kaldırma” hedefi, ülkenin ağır bir enflasyonla karşı karşıya olmasına neden oldu. Rusya’dan alınan ucuz enerjiyle üretilen sanayi ürünlerinin maliyeti büyük ölçüde arttı. Önümüzdeki dönemde binlerce kişinin işsiz kalacağı iflaslardan korkuluyor. Sendikalar en az yüzde 10 zam talepleriyle mücadelelerini sürdürüyorlar, taleplerini kabul ettirmek için üretimi ve kamu hizmetlerini kısmen de olsa felç eden grevleri giderek daha yaygınlaştırma niyetindeler.

Almanya şimdi de Tayvan krizi nedeniyle Çin’e karşı “ekonomik savaş”ın tarafı olmaya zorlanıyor. Ancak Alman firmalarının Çin’deki, Çin firmalarının da Almanya’daki devasa yatırımlarını etkileyebilecek ekonomik ambargonun bedeli çok ağır olacağı ortada.

***

ABD–Çin çatışmasını ve özellikle de Tayvan krizini kastederek, Avrupa’nın “kendisine ait olmayan krizlere bulaşmaması” uyarısında bulunan Macron’un çıkışının arkasında çıkar çatışması var kuşkusuz. ABD’nin “dolar”ı bir “jeopolitik silah” olarak kullandığına dair açık eleştirilerde bulunuyor. Macron’un Avrupa’da ortak bir tutumun öncüsü olması mümkün değil elbette. Ancak çıkar çatışmasından da kaynaklansa, tüm insanlığı peşinde sürükleyebilecek “sosyalizm” gibi ortak projeler güçlü bir biçimde ortaya çıkmadığı sürece Avrupa’nın önde gelen ülkelerinden birinden böyle bir çıkışın gelmesi yine de önemli.

Üç ya da daha çok kutuplu bir dünya, tek ya da iki kutuplu bir dünyadan daha güvenli olacaktır. Macron, cumhurbaşkanlığının birinci döneminde “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir!” çıkışıyla da kendisinden söz ettirmişti. Finlandiya’nın üyeliğiyle NATO’nun daha da büyümesi “şimdilik” yanıldığını gösterdi. Ama “Amerika’nın uşağı olmayalım” diyerek, II. Dünya Savaşı’ndan sonraki ilk Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’in çizgisini sürdürüyor. Böylece Almanya’ya da Willy Brandt’ı hatırlatıyor...