Devlet dersinde öldürüldüler; hem de tahtaya kaldırılmadan. Oturdukları sıradan hafifçe doğruldukları bile söylenemezdi belki. Dersi anlamaya çalışıyorlardı. Devlet ve tabiat derslerini.

Çocuktular, hem de solgun; ama “şarabi” oldukları söylenecekti sonraları. Oysa kızılı çağrıştıran düşleri değil, bedenlerinden akan kan oldu. Tabiata karşı ve düşman olan devlet, onunla işbirliği yaparak hizaya getirmek istedi çocukları. Çünkü çocuklar devletin tabiatı bozduğunu ve ona düşman olduğunu öğrenmeye başlamışlardı. Tabiattan gelip, devletle büyümüşlerdi. Büyüdükçe bir şeylerin yanlış olduğunu, üstelik bu yanlışın insan olmaya düşman olduğunu anlıyorlardı.


Başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanıyorlardı; öyle masumdular ki, Kızılderilileri kurtaracaklarını sanıyorlardı. Zagor ve Köroğlu, Pir Sultan ve Pavel Korçagin, Ho Şi Minh ve Che. Yurttaşlık bilgisi kitabının içinde Şeyh Bedrettin okuyorlardı. Tabiat devletle kirlenmişti. Devleti, arındırmak isterken zalim kirinden, tabiatın tuzağına düştüler.

Devlet nedir? Tebasını “adam” edendir. Onlar devletin kendilerini “adam” etmesinde bir yanlışlık olduğunu anlamışlardı. Çok erken anlamışlardı, zekiydiler. Pırıl pırıldı zihinleri. Hani çok zeki olduğundan normal müfredata ayak uyduramayıp, aptal sanılan dahiler gibiydiler. Mahalleler kurdular, ilçeler yönettiler. Hem de insanca; eşit, adil ve neşe içinde. Bir halkın kendi yazgısını kendisinin belirleyebilmesinin mümkün olduğunu göstermek istiyorlardı. Gösterdiler de… 1 Mayıs Mahallesi’nde, Fatsa’da, Gültepe’de. Fatsa, Dark Wood gibiydi.

***

Yufka yürekliydiler. Doğan her bin çocuktan iki yüzden fazlasının daha bir yaşına gelmeden ölmesine yürekleri dayanmıyordu. Bu işte bir yanlışlık, yanlışlığın ardında bir zulüm olduğunu görüyorlardı. Ama işte ah o yufka yürekli masumiyetin çocuk öfkesiyle nasıl kardeş olduğunu bilmiyorlardı. Öfkeleri ve silahları masumiyetlerinden geliyordu.

Tabiatın esiriydiler, çünkü devletin bozmadığı bir tabiatın var olduğunu sanıyorlardı. Artık bir tabiat olmadığının farkında değillerdi. Tabiat nedir? Sınırlarımızı ve imkanlarımızı aynı anda gösterendir. Hep mümkünmüş gibi olanı arzulatıp her defasında bizi sınırlara toslatandır. Tabiat böyle böyle hazırlar devlet dersine. Oysa tabiatın kurduğu arzu bir yanılsamadır. Devlet, önce tabiatın bir arzu vaat ettiğini sandırır, sonra da onu sınırlandırır. Öyle bir sınır ki, arzuyu körelten ve amacını, nesnesini dönüştürmeye zorlayan.

Başka bir dünyanın sadece devlete değil, tabiata ve onun verdiklerine de karşı olması gerektiğini öğrenemeden öldürüldüler. Çünkü devlet bir kere kurulduktan sonra artık tabiat da onun esiri olmuştu ve onun tarafından adam edilmişti. Birbirine düşman gibi duran ama birbirini koruyan ve kollayan devlet ve tabiatın okulundaydılar. Devletin ve tabiatın bir ve aynı şeye dönüşmüş olduğunu kan içinde gördüler. Devlet işkencehanelerinde tabiatın sınırlarını gösterdi. Devlet ve tabiat aynı oranda zalimdir. Korkuyla büyütür, korkuyu büyütür. Devlet ve tabiat dersleri öğretmek için değil unutturmak içindir. Unutmak istemeyenleri öldürür ama unuttururken de öldürür. Mezun olanların “zombi adam” oldukları ölümlerdir bu cinayetler. Diplomada devlete ve tabiata koşulsuz bağlılık notu pekiyi olarak verilmiş olur. Evet tabiat dersinin özünü anlamaya fırsatları kalmadan devlet dersinde öldürüldüler.

***

Devletin ve tabiatın “Maveraünnehir nereye dökülür?” ortak sorusu yanlıştı ama ölenler, ölmeden hemen önce tek ve doğru yanıtı vermişlerdi: “Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!”

Not: Bu yazı 2005'te aynı başlıkla yayımlanan yazının 30 Mart için gözden geçirilmiş halidir.