Geçtiğimiz cumartesi günü Arda, Atletico Madrid formasıyla Barcelona önüne çıktığında herkesin aklında bir tek şey vardı...

Geçtiğimiz cumartesi günü Arda, Atletico Madrid formasıyla Barcelona önüne çıktığında herkesin aklında bir tek şey vardı. Gerek medyanın gerekse de ülke insanının uzun süredir beklediği karşılaşma. Lionel Messi ile bir kısım (aklı havada olan) medya ve taraftar mensubu tarafından ondan daha iyi olduğu iddia edilen Arda Turan’ın karşılaşması. Bu karşılaştırmalar bizim en çok sevdiğimiz uğraşlardan bir tanesidir. 24 yaşındaki Arda Turan şimdiden Metin Oktay’la ve Lionel Messi ile yarıştırıldı bile. Bir de asıl komik olan, Barcelona’nın 5-0 kazandığı maç sonrası, yine aynı kesimi de içeren insan topluluğunun Arda’nın aslında Messi’nin çeşitli organlarından birisi etmeyeceği yönündeki yorumlarıydı. Bir insanı övmek için, onu birisiyle karşılaştırmak ve karşıdakinin aşağı yönleriyle onu yüceltmek gerekliliğinde neden ısrar ediyoruz bilmiyorum, zira bu yorumlamada önemli sapmalar ve bilgi yanlışları var.

Öncelikle yukarıdakinden başlayalım. Günümüz futbolcularını, aynen yukarıdaki 2 genç için yaptığımız gibi karşı karşıya getirmek, küçük yaşlarda mahallede yaptığımız teke tek maçlara benziyor. Ya da o meşhur “ben tekim siz hepinizsiniz” meydan okumalarına... Bu 2 adam da birer takım oyuncusu. Bulundukları takımla yücelip, onunla düşüyorlar. Arda’nın o cumartesi gecesi Madrid ekibindeki hali, Messi’nin Arjantin’deki haline benziyordu. Sıkışmış, yardım alamayan, zaten çok da fazla hareket alanı olmayan bir futbolcuya. Diğer tarafta, en sevdiği rakibi olan Atletico Madrid’e (13 maçta 17 gol) 3 gol atan Messi ise Latin rahatlığına aykırı şekilde esneklikten hiçbir zaman kopmamış bir makineyi andıran ve Boris Arkadiev’in 1940’larda Dinamo Moskova ile Avrupa'yı kasıp kavuran müthiş “düzenli düzensizlik” ilkesinin en güzel örneklerini veren Barcelona’da hayattan zevk alıyordu. Bu ortamdaki 2 oyuncuyu, şartlardan bağımsız karşılaştırmak tamamen sağlıksız bir deneme. Muhtemelen, 2 oyuncu yerlerini değişseydi skor tabelasında hiçbir değişiklik olmayacaktı. Zaten paragrafın başında belirttiğimiz, modern futbolun, parçaların tek tek özelliklerinden çok oluşturdukları bütüne ve yarattıkları sinerjiye göre şekillenmesi de bunu gerektiriyor.

Aynı mantıkla yıllardır yapmaktan bıkmadığımız bir başka karşılaştırma var biliyorsunuz: Hagi ile Alex. Daha doğrusu Hagi ve Türkiye’ye gelmiş, hücuma dönük olarak görev yapan herhangi bir oyuncu. Lincoln, Guti, Quaresma ve diğerleri... Hepsi bu yoldan geçtiler ama karşılaştırmaktan bıkılmayan tek adam Alex de Souza oldu. Yine aynı akıl yürütmeyle, bir diğerinin zaaf ve eksikliklerini diğerinin avantajı olarak göstererek. Genelde Hagi’nin saha içindeki hırçınlığı ve kural tanımazlığı ile Alex’in Avrupa maçlarındaki pasifize hali en fazla kullanılan önermeler. Halbuki bu 2 adam da, birbirleriyle karşılaştırmaktan bağımsız olarak takımlarına büyük katkı sağladılar ve Alex halen sağlamaya devam ediyor. Her ikisi de hem saha içi karakteri hem de sevdikleri oyun stili açısından çok farklı oyuncular. Hagi, oyun içinde saklanmayı pek sevmeyen, oyunu saha içinde yönlendiren, sürekli aktif olan bir oyuncuydu. Alex ise uykudaki bir avcı gibi. Üstelik ilginç olan, bu 2 oyuncu, aynı dönemde ve aynı takımda futbol oynamış olsalardı, muhtemelen karşılaştırma yerine çok sevdiğimiz bir başka klişeye başvuracaktık: Beraber oynarlar mı? Sergen Yalçın ve futbol hayatı boyunca orta sahada, onun yanında görev yapmış her oyuncu bu sorunun muhattabı olmak zorunda kaldılar.

Bu karşılaştırmalar, işe yarar bir sonuç ortaya koymuyorlar çoğu zaman. NBA All-star haftasındaki smaç yarışması gibi bir yetenek müsabakası, üst düzey futbolda yapılmıyor. Üst düzey futbolun, üst düzey ödülleri genelde takım turnuvaları üzerine. Dolayısıyla, bu ödüller için yarışan oyuncuları, içinde bulundukları gruptaki rolleri ile değerlendirmek gerekiyor.

Belediye memuru Avcı

Abdullah Avcı. Ondan daha önce bu köşede övgüyle sözettik. Türkiye’nin, halen, en uzun süreyle aynı  takımda görev yapan hocası. Hala yaranamadığı büyük bir kesim var. Kimisi belediye çalışanı olduğundan, kimisi aynı takımda görev yapmanın kolay olduğundan, bir diğeri abartıldığından bahsediyor. Bu sene takımı, en azından şimdilik, liderlik koltuğunda. İstanbul’daki 3 büyük rakibinin forvetinde Pierre Webo gibi bir adam yok örneğin. Böyle bir kulübü, üstelik hiçbir zaman sahip olmadığı parıltılı oyuncuların yokluğuna rağmen adım adım buraya getirmesi takdire şayan. Onu eleştirenler, aynanın diğer tarafındaki için ne düşünüyorlar merak ediyorum. Hani Anadolu'da ayak basmadık il ve tek bir kalıcı imza bırakmayan bedevi hocalar hakkında. Abdullah Avcı bu ülkenin en yetenekli teknik direktörlerinden birisi, bunu artık ön yargısız, artniyetsiz, kabul edelim.