“Eğer burası özgür bir ülke olsa yakılarak ölmek isteyenlere de saygı duyulurdu ama ne yazık ki böyle bir şansımız yok……Yakılarak ölmek ve küllerimin de İstanbul Boğazı'ndan serpilmesini istiyorum… Klasik ikiyüzlü cenaze törenlerini istemediğim için yakılarak ölmeyi çok istiyorum… Umarım dostlarım ve bu konuda bıraktığım vasiyet çerçevesinde şu eski Moğol geleneği gibi gemi ya da bir şeyle ileriye doğru itilip, yakıp, açık denizde batmamı sağlarlar…”

Tanışmadık, hiç karşılaşmadık. Yüzünden yansıyan iyimser sevgi Nazım’ın nikbinlik şiirinin ruhuna işlemiş olduğunun işareti olabilir. Acıdan umut damıtan insanlara özgü bir yumuşaklık var ifadesinde. Tanımak isterdim, dostlaşırdık muhakkak. Ardından iyi anacağımız insanlarımızdanmış. Hakkında konuşulan, yazılanlardan anlıyorum. Güzel yaşamış ve hayatın(ın) hakkını vermiş biriymiş; ne mutlu ona.

Metin Uca’nın ölümü Türkiye’ de laikliğin nasıl ortadan kaldırıldığının kanıtlarından biri oldu. Aynı zamanda laiklik olmadığında yaşarken de, ölürken ve öldükten sonra da insan olma hakkımızdan nasıl mahrum bırakıldığımızı.

Türkiye’de halen geçerli yasalara göre insanlar öldükten sonra bedenlerine ne yapılmasını ve cenazelerinin nasıl olmasını isteme hakkına sahipler. Umumi Hıfzısıhha Kanunu’nun 224 ve 225. maddeleri halen (güya) geçerli. Bu maddeler, insanların ölmeden önce yazılı ya da sözlü olarak bedenlerinin yakılmasını isteyebileceklerini, bu talebi yerine getirmenin belediyelerin sorumluluğunda olduğunu belirtiyor. Yasa, sağlık ve hak odaklı. Özü, toplum sağlığını korumak. Ölüm ve defin süreci de bu ilkeye göre düzenlenmiş. İsteyen herkese inancına göre gömülme ya da yakılma hakkı tanıyor. Ölen bedene saygı ile yaşayanların sağlığını korumak amaçlanmış. İstediği yere gömülme hakkı verilmemesi de bu yüzden.

Metin Uca, bu ülkenin resmi yurttaşı. Bu durum devletin kendi yurttaşının haklarına saygı göstermesini, yurttaşının haklarını gözetmesini zorunlu kılıyor. Yaşarken canı, öldüğünde ise bedeni o devletin koruması altında. Yoksa devlet, yurttaşının devleti olmaktan çıkar. Metin Uca, öldüğünde devleti kim yönetiyorsa, Uca’nın insan olma hakkı ve bedeni o yöneticilerin sorumluluğunda. Ölmüş olanın haklarını koruma sadece yasal değil ahlaki bir sorumluluk. Ölü bir beden, kendisine yapılanlara karşı çıkamayacağı için ahlaki sorumluluk çok daha büyük.

Peki, ne oldu? Devlet ve şimdiki yöneticileri, bir yurttaşlarının kendi sorumluluklarındaki ölü bedenini korumadılar. Açık vasiyetinin yerine getirilmesi sorumluluğunu üstlenmek bir yana ilgilenmediler bile. Metin Uca’yı yurttaşları olarak görmediklerini kanıtladılar. Lümpeninden okumuşuna, siyasetçisinden medyacısına dinci faşistlerin Metin Uca’nın bedeni ve insanlığının üstünde tepinmeye kalkmalarının önünü açtılar.

Cenaze ve defin süreci dinci faşizmin ne demek olduğunu açıkça gösterdi. Hem inanmadığını söylediği bir mezhep/ dinin kurallarına göre gömülmeye zorlandı ama aynı zamanda da bunu “hak etmediği” söylenip duruldu.  Demem o ki, hem isteğine ve bedenine saygı duyularak vasiyeti yerine getirilmedi, hem de karşı çıkma, reddetme olanağı olmayan ölü bedeni ve anısı istemediği bir törenle gömüldü.

Dinci faşistlerin ve dindarların, bir insanın dinsel kurallara göre gömülmeyi istememesinden çok ürkmelerinin anlaşılır bir yanı da var. Bir insanın ölümden sonra hiçbir şey olmadığına inanarak yaşayıp ölmesinden çok korkuyorlar. Buna bir insanın “cesaret” edebilmesi kendi inançlarını sorgulatıyor. Sıradan bir dindar bu cesaret karşısında  “Peki ben o zaman öteki dünya adına katlandığım tüm mihnetlere boşuna katlanıyor olabilir miyim?” sorgulamasına yönelebilir. Dinci faşistlerin ve egemenlerin asıl korkuları tam da bu sorgulama.

Kimse bu sorgulamayı yapmaya cesaret edemesin diye inanmayanı da zorla egemen mezhep/din kuralına göre gömüyorlar. Bu zorlamadan sadece Hristiyan ve Yahudi dini mensuplarını muaf tutuyorlar. Ellerinden gelse Alevilere, bir dönem stratejik bir hamle olarak tanıdıkları, Cemevinde cenaze hakkını geri alacaklar.

Yasal engel olmadığına göre bir mezhep/din kuralına göre cenaze töreni istemeyenler ve yakılma hakkını kullanmak isteyenler, belediyelere bu yasal hakkın gereğini yapmaları için çağrıda bulunmalılar. Önümüz yerel seçim. Bu yazı Ankara için benim kişisel kamuya açık dilekçem olsun.

Sevgili Metin Uca, dostum, yüzüne de söyleyebilmek isterdim ama “Güzel günler göreceğiz”.