Türkiye şirketleşiyor. Bu durumu geçtiğimiz günlerde “bir devlet büyüğümüzün” sözleri ile aniden fark ettik. Halbuki içinde yaşadığımız süreci başka türlü tanımlamak mümkün değildi. “Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye de öyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar prangayı, yürü yürüyebilirsen”.

Peki bu iyi bir şey mi? Yani şirket gibi yönetilmek. Bir devlet büyüğü söylediğine göre, üzerine düşünmeye değer. “Oh be! Kurtuldum prangalarımdan” diyebilmek için kurulmaya çalışılan bu şirketin taraftarları muhakkak olacaktır olmasına da bu şirketin sermayesi kime ait? Hepimize ait olan bu ülkenin şirketleştirilmesi bir özelleştirme değil mi? Birileri, elleri cebimizde gezmiyor mu? ‘Hırsız var’ diye bağırsan, alır götürürler. Zira, diyemez olduk.

Neyse yine de “Evet ya, aradığımız tam da buydu. Biz devlet başkanı, başbakan, cumhurbaşkanı değil, bizi yönetecek bir patron istiyoruz, işyerindekiler bize yetmiyor” diye içinden geçirenler olacaktır. Yoksa yanılıyor muyum? Mesela devletin bir patronu olsa. İşyerindeki gibi her şeyimize karışsa.  

“Yahu sen! Sokaktaki, yolda düzgün yürüsene!”

“Hey sen oradaki! Ne diye boş boş oturuyorsun? Hemen işe! Durma orada.”

“Senin kaç çocuğun var?”, “Bir tane mi?”, “Yetmez kardeşim. Bize daha çok çalışacak kişi lazım”. 

“Ya sen oradaki!”, “Ne yaptığını sanıyorsun? Tatilde misin? Zaten tatilden başka bir şey bilmezsiniz. Dünya’da en çok tatili siz yapıyorsunuz.”

“Sendika mı? Ne demek sendika? Burada bir aileyiz. Hem sendika istiyorsanız ben size en güzelinden sendika kurarım.”

“Hop oradakiler! O park devlete pardon şirkete ait. Çıkın oradan. O meydan da bizim şirketin. Oradaki koru bizim. Dere de öyle. Deniz de. Kıyı da. Toprak da.”

“İşçiler ölüyor mu? İşçi benim işçim. Sen ne karışıyorsun! Hem o da dikkatli çalışsın. Bu devirde kimse kimseye iş vermiyor. Parasını vermişim istediğim gibi çalıştırırım. Sonuçta ayaklar baş olursa kıyamet kopar. Ben yetkimi kimse ile paylaşamam. Mizacım bu. Ya benimsin ya toprağın…”

“Demokrasi mi? Tabi gelin nasıl üreteceğiz, nasıl büyüyeceğiz konuşalım. Nasıl paylaşalım mı? Siz komünist misiniz? Ne demek paylaşmak? Burada patron benim. Ben ne dersem o olur. Siz de çalışın sizin de olsun.”

“İşsizlik artıyor mu? Şirket pardon devlet herkese iş verecek diye bir şey yok. Kendiniz geliştireceksiniz. Yok öyle üç kuruşa ekmek.”

“Maaşlar düşük mü? Dışarı da bir sürü işsiz var ekmek kapısı bulmuşsun hala arayıştasınız.”

“Ben mi kimim? Ben mili anonim iradeli şirketler birliği başkanıyım. Bir çeşit CEO’yum.”

Patron yanılmıyorsam Fransızca ve köken olarak ‘baba’ kelimesinden geliyor. 

Siz şirketleri sever misiniz? Ben pek sevmem. Bilirsiniz şirketler kâr için örgütlenmiş organizmalardır. Bu organizma işçileri işçilerinin kendisini yeniden yaratması için gereksinim duyduğu kadarı karşılığında emek gücünü satın alır. İşçiden satın aldığı değerden fazlasına el koymak amacıyla, yani sömürü amacıyla kurulmuş yapılardır. Bir şirketin devletleşmesi ya da devletin şirketleşmesi bir dis-ütopyadır. Yani bir çeşit kabustur.

Günümüzde devletin bir şirket gibi çalışmasına tanıklık ediyoruz. Bu şirketleşmenin önünde engeller var elbette. Mevzu burada zaten. Biz emekçilerin çıkarları sermayenin kendi için kurduğu düşlerle çatışıyor; ‘Milli babamızın’ hayalleri ve çıkarlarıyla da. Nazım Hikmet’in en sevdiğim şiirlerinden biri ‘Benerci Kendini Neden Öldürdü?’ şiiridir. Kalküta Grevdedir. Somadeva kalabalığa seslenmektedir:

“Önümüzde onlar/kalın enselerini kırıp /boynuzlarını saplayınca toprağa... /. . …ağa.... /Biz..../. . . . . . .  mizi!./Patiska bir gömlek /gibi yırtarak/etimizi /kanlı kemiklerimizle /. . . . . . . . cağız . ! ! . . /O zaman gülleri koklayacağız. /O zaman /güzel bir ağız /gibi karşımızda gülümseyecek...”