Covid-19 pandemisi başlarken, “bizde Türk geni var, virüs bize bulaşmayacak” açıklamasıyla herkesin tanımak zorunda kaldığı Oytun Erbaş, son olarak “Söke’li pazarcının oğluyum, bu hükümet olmasaydı akademisyen olamazdım” diyerek “sahnelere” döndü. Sonra, babasının tam da Anadolu’dan kopuk elitler diye eleştirdiği Cumhuriyet’in olanaklarıyla okuyabilen bir banka müdürü olduğu ortaya çıkınca da, “babam değil dedem pazarcıydı” diye tüy dikerek devam etti.

Erbaş, meselenin sadece siyasal İslamcılara özgü olmadığını göstermesi bakımından bir sembol.

***

Kendi sitesinde yüzden fazla uluslararası bilimsel makalesi olduğunu yazmış. Hakikaten öyle. Ama ilginç bir yanı da var. Üşenmedim, saydım. Uluslararası bilimsel makalelerinin 45’i, sahibi, yayıncısı, kurucusu ve baş editörü olduğu, The Journal of Experimental and Basic Medical Sciences’da (Deneysel ve Temel Tıp Bilimleri Dergisi) yayımlanmış. Dergi 2020 yılında yayınlanmaya başlamış, toplam 5 sayı çıkmış. Bu sayılarda 65 makale yayınlanmış, 45’i Erbaş’ın! 165 yardımcı editörü var derginin; Hindistan’dan 2, Pakistan’dan 9 ve ABD’den 1 isim var künyede, diğerleri Türkiye’den. Dergi bu yabancılarla uluslararası olmuş! Cumhuriyet elitleri yüzünden geciken akademisyenlik hayatı, AKP döneminde patlama yapmış ve 2 yılda 45 uluslararası makale yayınlamış! Açıkçası yardımcı editörlerin kaçar makalesi var ya da dergide “dışardan” birinin çalışması yayınlanmış mı incelemeye üşendim. Akademinin içinde olanlar bu tip “kendin pişir kendin ye” bilimciliğini iyi bilir. Hatta YÖK bile dayanamadı ve geçenlerde bu tür dergilerdeki yayınların, doçentlik ve profesörlük başvurularında geçerli sayılmayacağına dair bir karar almak zorunda kaldı.

Derdim, Erbaş’ın şahsı ya da “Cingöz Recailiğiyle” değil. Yakın arkadaşlarım “sen de her şeyi neoliberalizme bağlıyorsun” diye beni eleştirseler de, hakikat sonrası dediğimiz şeyin özeti Erbaş. Maddi gerçekliğin yerine söylemin geçmesi ve maddi gerçekliğin yansıtıcısı olarak dil (düşünce) yerine gerçekliği, maddi olandan dolayımlanmadan kuran söylem. Erbaş’ın bize gösterdiğinin maddi, gerçek hayatta olması olası değil. Ama onun inşa ettiği gerçeklikte, bir deha ile karşı karşıyayız. Onun maddi gerçekliğe hiç gerek duymadan inşa ettiği “bilgi” ise sanalda kalmıyor. Onun inşa ettiği bilgiyi gerçek sanarak, Covid-19’un önemsiz olduğuna inanan ve yeterince korunmayarak, aşı olmayarak ölen insanların sayısını bilmiyoruz. Ama ölümler gerçek!!! Öldüler.

***

Neden ona inanmış olabilir peki insanlar? Tıp fakültesi mezunu, zevk için girdiği çok zor uzmanlık sınavlarında hep derece yapan, bir uzmanlıktan diğerine geçen, laboratuvarlar kuran, doçent unvanına sahip, tıp fakültesinde ders veren bir bilimci çünkü. Üstelik hem bilime vakıf, diplomalı hem de bilimin aslında yalan söylediğini söylüyor. İçerden yetişip, “gerçekleri” öğrenmiş ve isyanını halka aktaran bir kahraman!

Neoliberalizmin inşa ettiği karakterin temeli, “mış gibi hissetmek, mış gibi yapmak”. Bilimciymiş gibi, demokrasiymiş gibi, muhalefetmiş gibi, dindarmış gibi, aşıkmış gibi, adilmiş gibi, çalışıyormuş gibi, mutluymuş gibi, acı çekiyormuş gibi, bir parlamento varmış ve halkın seçtiği milletvekilleri halkın yararına yasalar çıkarıyormuş gibi, sevişiyormuş gibi hissetmek, yapmak.

***

Mış gibi yapma, bilinçli ve amaçlı olarak söylenen yalandan farklı. Mış gibi yapanların çoğu mış gibi hissediyorlar ve yaptıklarının ve hissettiklerinin “gerçek” olduğuna inanıyorlar. Kendi bireysel duygularından tutun da, cinsel kimliğe, politik kimliğe ve politik eyleme kadar her şeyi mış gibi hissetme ve yapma, hali. Bu yüzden kendilerini yalancı olarak görmüyorlar. Maddi hayat inşa edilen gerçekliğe uymadığında ise maddi hayatı görmezden gelme, inkar etme, inanmama, yok sayma. Bu hal, siyasal İslamcılara özgü değil. Maalesef sosyalistmiş gibi hissetme, yapma hali de var.

Bu yüzden siyasetçisinden sevgilisine, esnafından bilimcisine herkes mış gibi yaptığı yüzüne vurulduğunda bile pişkince devam edebiliyor. Bir kaç saat önce söylediğinin tam tersini bir kaç saat sonra savunabiliyor. Koskoca İsparta’da günlerce elektrik, doğal gaz su yok ve söyleme egemen olanlar sanki Türkiye’de Isparta diye bir yer yokmuş, varsa da öyle ciddi bir sıkıntı yokmuş gibi yapabiliyorlar. Sosyal medyanın kargaşasında solunum makinesine bağlı hastalar öldü feryatlarına ise “yalan bilgi”, “algı oyunu” muamelesi yapılabiliyor. İşin acısı yalan mı gerçek mi belli de değil!

Bu yüzden dalga dalga yayılan, kuryelerden fabrikalara sıçrayan emekçi isyanlarına ve derinleşen yoksulluğa, açlığa iktidar kadar muhalefet de “böyle bir şey yok” muamelesi yapıyor. Maddi gerçekliğin aslında sadece bir algı olduğunu savunanlara verilen bir yanıt vardır. Elimdeki sopanın gerçek olmadığını, sadece bir algı olduğuna inanabilirsin tabi ama ancak ben sopayı kafana vurana kadar!