6 Şubat depreminin üzerinden 8 ay geçti. Ancak henüz bırakın yaraları sarmayı kayıpların tespiti konusunda bile somut ve net bir mutabakat sağlanmış değil. Doğal afetle gelen şiddetli yıkım önlem ve hazırlık anlamında büyük ihmali gözler önüne serdi. Yardım ve koordinasyon anlamında da devletin ve yetkililerin büyük aczi ile anılacak. Her gün acılar takviminin yapraklarını çevirdiğimiz ülkemiz gündeminde deprem bölgesinin kendi halinde yaşam mücadelesiyle baş başa bırakıldığını görüyoruz. İyileşmek, ayağa kalkmak için farklı alanlarda birbirini tamamlayan bütüncül bir planlama ve koordinasyon ile adım atılması şöyle dursun depremin yarattığı yıkımın olumsuz etkilerini katlayarak geleceğe taşıyacak bir plansızlık ve denetimsizlik hâkim.

Tarihi, yöre halkının kimliğini, bölgenin yaşam ve kalkınma kaynağı doğa özelliklerini, ekolojik dengeyi de enkazla birlikte süpürüp geçmeyi esas alan bir anlayışın kestirmeden zengin olacak müteahhitlerle çok katlı Toki konutları imarı planı tam gaz sürüyor. Yalnızlığına terk edilmiş barınma ve geçim kaygısı içinde olan özellikle de yoksul kesime bahşedilen bu önü ardı plansız yerleşim “kalkınma” planının sorgu değil oy ve biat getirmesi isteniyor. Öyle de oluyor. Tıpkı “şahlanan” Türkiye ekonomisi gibi büyük övgülerle başarı pazarlanıyor. Bir yandan da taraftarlığa dönüştürülen iktidar ve muhalefet çarpışmasında bölge gerçeklerine kafa yormayan muhaliflerin bölgede iktidara çıkan oyun fazlalığını mağdura fatura ederek iktidarın başarıyla yerleştirdiği kindarlığı benimseyişine tanık oluyoruz. Özetimizi Ataol Behramoğlu dizelerinde bulabiliriz.

“Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum

Harlı bir ateş gibi derinde yanan

 Haramilerin elinde bunalan.”

Geçtiğimiz Cumartesi günü Türk Tabibleri Birliği’nin Duvarsız Odalar: Dayanışmadan Süzülen Umut” dokümanter filmi galası ve deprem dayanışma plaket töreni için Ankara’daydık. Yaşananları hatırlamak, sürmekte olan dayanışmanın güçlenmesi ve mücadeleyi diri tutmak adına çok önemli bu buluşma aynı zamanda birbirinden çok farklı alanlarda ihtiyaçları yeniden idrak etmek ve tamamlayıcı iyileşme planlamasının önemini kavramak adına önemli bir işaret bıraktı. Depremin ardından ülkenin dört yanından yardıma koşan binlerce insanın çabasını ve emeğini tekil dokunuşlardan öteye taşıyabilmeyi sağlayanın örgütlü sivil mücadele pratiği olduğunu hatırlattı. Önümüze çıkmaya devam edecek olan doğal afet ya da güdümlü kötülüğe karşı durma azmini de güçlendireceğine inanıyorum. Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi; deprem başından itibaren depremden etkilenen tüm illere Türkiye’nin her köşesinden Tabip Odaları temsilcileriyle birlikte kurulan dayanışma noktalarında yürütülen çalışmaları el ele büyüttükleri sivil toplum kuruluşlarını da anarak adeta bir çalışma raporu gibi aktarırken karşılaştıkları engellemeleri, zorlukları da şikayet etmekten ziyade çarpıcı gerçeklikleri ortaya döken bir anlayışla paylaşıyor bu filmde. Bu etkinliği hâlâ tüm diriliğiyle süregelen, bütünün içinde küçük görünse de etkisi büyük ihtiyaç alanlarını ve tamamlayıcı yardımlaşma bilincini, pratiğini bir farkındalığa dönüştürmesiyle çok önemsediğimi söylemeliyim. Barınma gibi ivedi ihtiyaçlardan, doğaya, tarıma, üretime, psikolojiden veteriner hekimliğe, ilaçtan proteze gözlüğe, çocuktan yaşlıya, tarihi dokuya, kültüre, antropolojiye uzanan geniş bir rehabilitasyon ihtiyacı akla gelmeyen ama derin izler bırakan detaylarda saklı.   

Kendi dayanışma ağının dışına taşan yaygın bir etki ve dönüşüm yaratan bu güçlü örgüt; TTB de biliyorsunuz iktidarın baskısı altında. Sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri, sendikalar dayanışmanın yaratabileceği kavrayışın değişimi tetikleyen bilince ve sonuca evrileceğini çok iyi bilen iktidarın hedefinde uzun zamandır. Devlet hastahanelerinin bile yıkıldığı ortamda ilk müdahale ve kalıcı tedavi için yer, ilaç, kaynak yokluğunun ardındaki ihmali yargılamak ve yeniden yaşanmasını önlemekle ilgili adım atmak yerine görünmezleştirilen emeğin kahramanlarını yargılamak şaşırtıcı olmadığı gibi çevrilen takvim yapraklarında çoğalarak yer almaya devam ediyor. Şebnem Korur Fincancı kendisine ulaşan bir videoyu bir hekim olarak uzmanı olduğu çerçevede inceleyerek mesleki ve vicdani sorumluluğuyla dikkat çekerek araştırılmasını sağlamak için yaptığı çağrı nedeniyle yargılanarak ceza aldı ancak dava konusunu onun başkanı olduğu TTB Merkez Konseyi’ni hedef alan bir fırsata dönüştüren yargılama sürüyor. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi yönetiminin düşürülmesi talebiyle açılan dava 30 Kasım’a ertelendi. Deprem bölgesindeki çabaları ve TTB ile dayanışmaları nedeniyle yurtdışından 13 örgüte, yurtiçinden 20 örgüte ve 13 belediyeye plaket ve teşekkür belgesi verilen etkinlikte Şebnem Korur Fincancı “Biz bu felaketin içinden çıkmak için dayanışmayı ve mücadeleyi sürdürüyoruz. Belki TTB Merkez Konseyi’ni görevden alacaklar ama bu sesi susturamayacaklar, bu mücadeleyi sonlandıramayacaklar. Çünkü bizim adımızın bir önemi yok. Önemli olan TTB’dir ve mücadele TTB’nin adıdır. İyi ki varsınız, iyi ki varız” derken her an etkisizleştirilmek istenen dayanışmanın gücüne işaret ediyordu.

Dünya kadınlar gününde şiddet görmemek için bir araya gelen kadınların bile şiddet uygulanarak sindirmek istendiği bir ideolojiyle her alanda itirazı / direnişi yok etmek isteyenler baskılarını Gezi direnişinden bu yana sivil toplumun örgütlü etki alanına artırarak yönelttiler. Sokağın sesini, eylemleri, sivil itaatsizliği, dayanışmayı her hak arayışına yönelttikleri orantısız şiddetle erittiler. Kurucu yürütmesinde bulunmayı onur saydığım Haziran Hareketi belki de bileşenlerinin çeşitliliği ile etki alanı en geniş sivil hareketlerden biriydi.  Zaman içinde bileşenlerin görüş ayrılıkları ile kopuşlar yaşandı. Solun dayanışma pratiği içinde alan arayışlarını, nüanslar nedeniyle kopuşu, amacı zayıflatan /sorgulatan yönelişleri anlamak güç. Müştereğin mücadelesini ayrışmalarla zayıflatmak sadece muktedirin işine yarasa da alışkanlıklar yaralıyor.

Her söz ve bir araya geliş kıymetli elbette. Seçimlerde şekillenen Sosyalist Güç Birliği ittifakı, Emek ve Özgürlük İttifakı çatılarında şekillenen arayışlar şimdilerde sivil toplum dayanışmasını güçlendirecek yeni hat arayışlarına dönüşüyor. Türkiye Halk Temsilcileri Meclisleri sanatçıların, aydınların katılımıyla kuruluş sürecini duyurdu. DİB uzunca bir süredir bu alanda demokrasi için dayanışmayı büyütmek için emek veriyor. Bu girişimler kıymetli. Ancak mücadele hattının bir süredir imzaya açılan metinler ve basın açıklamalarıyla sınırlı kaldığını ve sıradanlaştığını gözlemliyorum. Sakın bu çabaları, farklı sesleri hor gördüğüm, azımsadığım düşünülmesin. Erişebildiğim ölçüde katkı da koymayı, destek olmayı tereddütsüz sürdürüyorum. Sözüm etkiyi büyütemezken harcanan emeğin, onca güçlü ve tamamlayıcı aklın, eriyen çok değerli bulduğum çabanın üzüntüsüyle ideoloji ya da örgütlenmelerin sınırlı katılımıyla mutedil ve güvenli kıyılarda kalanı büyüterek dalgalara kulaç atabilmek için. 

“Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Zinciri altında kımıldayan
Bitecek sanıldığı yerde başlayan.”*

*Ataol Behramoğlu / Üzgün Yurdum Güzel Yurdum