Google Play Store
App Store

Dünyada bugünün sendikalarına benzeyen ilk örgütlenmelerin 1700’lü yıllarda İngiltere’de başladığı görülüyor. Bunların çoğu mesleki derneklerdi. Bundan sonra yüz yıldan fazla süren çalışmalar sendikayı doğurdu. 1820 yılında ilk yasal sendika yine İngiltere’de kuruldu.

Müzisyen sendikalarının tarihi de dünyada eskiye dayanıyor. Avusturya’da müzik yaptığım yıllarda da sendikalı bir sanatçıydım. Sendikalı olmanın faydalarını Avrupalı sanatçılar pandemi döneminde de yakından gördü. Hükümetlerle müthiş pazarlıklar yapıldı, güzel sonuçlar alındı. Avrupa’da yaşayan dostlarımın karantinayı en yoğun yaşadığımız dönemlerde para biriktirdiklerini bile söyleyebilirim.

Avrupa müzisyenleri için sendikalılık olmazsa olmazdır. En basitinden bir örnek vereyim: Saat 17:00’de bitecek bir prova 17:05’te bitemez. Sendika temsilcisi hemen müdahale eder. Prova yarım saat bile geç bitecek olsa yarım günlük yevmiye daha ödenir.

Kısaca yerim yettiği kadar özetlemeye çalıştım; “orada durum nasıl”ı.

Müzik ve Sahne Sanatçıları Sendikası’’ndan (Müzik-Sen) Eylül ayında haberim oldu. “Dağınıklığımıza ve örgütsüzlüğümüze son verip, haklarımız için birleşelim, bütünleşelim...” diye başlayan çağrılarının tamamı şöyle idi:

“Türkiye’de alanında bağımsız olarak çalışma yürüten tek sendikamız Müzik ve Sahne Sanatçıları Sendikası (Müzik-Sen) olarak tüm müzisyenlere bir kez daha çağrıda bulunuyoruz. Gelin sendikamız çatısı altında birleşelim ve güçlenelim.

Hepimizin karşı karşıya kaldığı temel sorunları el birliğiyle aşalım. Sosyal güvencesizliğimize son verelim, daha önce dört kere kazandığımız ve en doğal hakkımız olan emeklilik hakkımızı kazanmak için mücadele edelim, mesleki tanım statümüzü elde edelim, yeşil pasaport talebimizi dile getirelim. Müzisyen ve sahne sanatçılarının hak ettiği bir yaşam için sendikamıza sahip çıkalım ve üye olalım.

Her geçen gün daha da zorlaşan yaşam koşullarının altında ezilmekten, yardıma muhtaç insanlar muamelesi görmekten, yokluklar ve yoksunluklar içinde bir köşede yitip gitmekten artık bıkmış ve usanmışsak sendikamıza sahip çıkalım. Örgütlü, güçlü ve birlik olmaktan korkmayalım! Devletin anayasal hak olarak bize tanıdığı sendikal örgütlülük hakkımızı kullanalım. Sendikal örgütlülük dışında medet umulan hiçbir kişinin veya kurumun nüfuzu veya etki gücü hedefimiz olan haklarımızı bize kazandıramaz.”

Bu açıklamayı Twitter’da okudum. Bir “DM” göndermek istedim. Hesap direkt mesajlara kapalıydı. Uyardım, açtılar.

Müzisyenlerin sendikalılaşmalarının gerekliliği konusunda yazdığım yazıları gönderdim kendilerine. Telefon numaramı verdim. İki gün sonra Müzik-Sen yönetim kurulu üyesi Hasan Aldemir aradı. Sendika ile ilgili bilgi verdi. Kaç üyeleri olduğunu sordum. Üç bine yakın dedi ve ekledi: “Sadece İstanbul’da 900 bini aşkın müzisyen var”.

Burada örgütlenmeyi bekleyen büyük bir kitle olduğumuzu, gerekirse bir üç bin kişi olarak bizim de gelip üye olabileceğimizi, taşın altına elimizi koymanın gerektiğini falan anlattım. Karşılıklı sevindik. İki gün sonra internet üzerinden bir toplantı yapma sözüyle kapattık telefonu. Bu iki gün boyunca ben çevremi yokladım. Anketler yaptım. Sendikalılaşmak istiyor muydu arkadaşlarım? Her on kişiden en az sekizi “ben varım” dedi. Biz hazırdık ilk toplantıya.

İki gün geçti, iki hafta geçti, iki aya yakın süre geçti. Ses seda çıkmadı Müzik-Sen’den. Sanırım tatildelerdi. Belki de daha önemli işleri vardı, bilemiyorum. Hani hep diyoruz ya “pandemi ile mücadelede hükümet sınıfta kaldı” diye. Ona bir müzisyen olarak bunu da ekleyeyim: “Müzik-Sen bu en bir işe yarayacağı dönemde başlayamadan sınıfta kaldı!”

***

Herkesin eve kapandığı, konserlerin iptal olduğu o dönemin en üretkenlerinden biri yine Fazıl Say oldu. Say, salgından hemen önce Beethoven’in 32 piyano sonatının tamamını CD’ye kaydetmiş ve dünyaya 9 CD’den oluşan 630 dakikalık bir armağan daha vermişti. Karantina döneminde de durmamış ve üretmiş olacak ki geçtiğimiz günlerde de yeni bir şarkı albümü geldi. Daha önce de bir oratoryo, üç şarkı albümü ve niceleri gibi şiir bestelerinden oluşan eserlerine “Şu Dünyanın Sırrı” adlı CD’yi ekleyen Fazıl Say’a albümde vurmasazlarda Aykut Köselerli ve viyolonselde Jamal Aliyev eşlik ediyor. Yunus Emre, Pîr Sultan Abdal, Sabahattin Ali, Kaygusuz Abdal, Aziz Nesin, Metin Altıok ve Ömer Hayyam’ın şiirlerinden oluşan albümde şarkıları Türkiye’nin en güçlü seslerinden Serenad Bağcan kusursuz bir ustalıkla seslendiriyor. Karamsarlığın ve belirsizliğin dünyanın her yanını sardığı günümüzde Say ve Bağcan’ın “Şu Dünyanın Sırrı” albümü hepimize ilaç gibi gelecek.