Ben de yanılanlardanım. Kılıçdaroğlu’nun ilk turda kazanacağını ama Meclis çoğunluğunun Cumhur İttifakı’nda olacağını bekliyordum.

Beni yanıltanın seçim öncesine dair çözümlemem olduğu açık. Süreci ve toplumsal dinamikleri doğru değerlendirememişim. Ama asıl yanılgım başlıktaki ifadede var. Ben, “neden” kazanır diye düşünmüşüm. Oysa çözümlemeyi, düşünmeyi “nasıl” sorusu ile başlatmalıymışım.

Bireysel ve toplumsal dinamiklerin ve değişimlerin kaba neden sonuç dizgesiyle gerçekleşmediğini mesleğim gereği de çok iyi biliyorum. Ama bilgimi pratiğe dökememişim. Toplumun büyük çoğunluğunu yoksulluk ve yoksunluk içinde yaşamaya mecbur bırakan baskıcı yönetimin değişmesi arzum, bilgimi kullanımımı etkilemiş. İsteğim, gerçeği değerlendirmemi çarpıtmış.

Özeleştirimi bu şekilde yapabilirim. Sonrasında ideoloji, psikoloji, toplum psikolojisi ile ilgili bilgilerimi daha dikkatli kullanarak, daha çok okuyarak, daha çok düşünerek, daha çok gözlem yaparak mücadeleye devam edebilirim.

Yine de bir sorun var? Ya seçim sonuçları hileli ise? Aslında Kılıçdaroğlu ilk turda kazandıysa?

***

CHP’nin yeni genel başkan yardımcısı Gökhan Günaydın, ilk turda 22 000 sandığı denetleyemediklerini açıkladı. 22 bin sandık yaklaşık 6 milyon oy demek! Füsun Sarp Nebil’in çok sayıda uzmanla yaptığı bir araştırmaya göre Türkiye’de seçmen sayısındaki artışla nüfus artışı arasında son 16 yılda 6,7 milyon fark var. Ne TUİK ne de YSK’nın bu farka dair bir açıklaması yok! 2017 Referandumunda da 2,5 milyon mühürsüz oy Anayasa ve Seçim yasalarına aykırı olarak geçerli kabul edilmişti. Benim de aralarında olduğum çok sayıda üniversiteden 32 akademisyen referandum sonucunun gerçeği yansıtıp yansıtmadığının bilimsel olarak kanıtlanmasının imkansız olduğunu göstermiştik. Hani RTE’nin sonuçlar kesinleşmeden “atı alan Üsküdar’ı geçti, haberiniz yok” dediği 51-49’luk rejimi değiştiren referandum! Son seçimde Ali Şeker’in Urfa’da uğradığı saldırının seçim güvenliği ile ilgili tek olay olmadığı da açık.

Önümüzde hayati bir soru var. 2010 Referandumundan başlayarak yapılan seçimlerin çoğunlukla “hileli” olup olmadığı. Eğer özellikle 2017 referandumu, 2018 ve 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleri hileli ise, seçimlerin kazanılamamasına dair yapılan tüm çözümlemeler yanlış demektir. Daha da önemlisi, muhaliflerde ortaya çıkan yılgınlık, birbirini suçlama ve eleştirilerle muhaliflerin siyasal stratejilerini yanlış sanmalarına neden oluyordur. Topluma dönük değersizleştirici öfke nöbetleri de hem boşuna hem de yılgınlığı daha da artırıcı işlev görüyor ve iktidarın işini kolaylaştırıyor demektir.

Şimdi neden yerine nasıl diyerek düşünmeye başlamamızın önemine dönebiliriz. Toplumsal işleyiş biri ya da diğeri değil tüm etkenlerin birbirini etkilediği dinamik bir süreç. Toplum neden sonuç, etki tepki dizgesinde değişmiyor. İktidar, her tür meşru ve gayrimeşru yolları bir arada ve hiç bir ahlaki ilkeyi önemsemeden kullanıyor. Devletin ideolojik aygıtlarını tekeline almış, parti devletini de geçmiş tek adam devletine dönüşmüş durumda. Muhalefet, pratikte devletleşmiş bir tek adama karşı mücadele ediyor. Üstelik bu tek adamın tek ölçütü kendi bekası. Kendi çıkarına uymayan hiç bir yasayı, kuralı ya da ahlaki ilkeyi tanımıyor.

***

2002 den bu yana geçen 21 yılı RTE ve AKP’nin hep kazandığı bir süreç olarak mı görelim? Çünkü hep iktidarını korudu. Oysa bir başka şekilde okumak da mümkün. 2015 haziran seçimine kadar olan dönem ve sonrası olarak da bakabiliriz. Olağan koşullarda 2015 haziran seçimlerinde AKP tek başına iktidarı kaybetmişti. O tarihten bu yana en asgari demokratik sistem bile olmayan bir yönetim altındayız ve rejim krizi her geçen gün derinleşiyor. Seçim güvenliği her seçim daha da şüpheli hale geliyor ve tek adam devlet bütünleşmesi yoğunlaşıyor. 2023 seçimi ise bir anlamda muhalefet ve devlet arasında geçti. Bu koşullara karşın 2015 haziran seçimleri, 2019 yerel seçimleri muhalefetin kazandığı seçimler oldu. 2023 te ise muhalefet %48 e ulaştı.

Amacım, yenilgi hissini teselli etmek ya da içi boş iyimserlik pompalamak değil. Nesnel koşulları duygularımızla değil aklımızla değerlendirmeliyiz. Somut bir nesnel değişkenden başlayalım. AKP’nin kayıtlı 11 milyon üyesi var. Diğer tüm partilerin toplam üye sayısının çok çok üstünde CHP’nin 1,3 milyon üyesi var. AKP’nin üye sayısı CHP’nin 8 katından fazla. AKP üye sayısı gerçek değil deyip sıyrılmak kolay değil. Yarısı sahte olsa bile devasa bir örgütten söz ediyoruz demektir. Ev ev, mahalle mahalle örgütlenmiş üstelik devletleşmiş ve devletin tüm olanaklarını kuralsızca ve sınırsız kullanabilen bir yapı. Böylesi bir güçle bile toplumun %48’ini ikna edememiş, boyun eğdirememiş bir iktidar var. Olasılıkla başarısına kendisi bile şaşırıyor olabilir (mi)!

Önümüzdeki dönemin siyasal mücadelesi topluma kızarak ya da toplumun psikolojisini anlamaya çalışarak geçirilmemeli. Sağa öykünerek bile neredeyse başarılıyordu. Bir de yüzünü sola dönmüş bir muhalefetin olduğunu hayal edin. Sokakların örgütlenmesini solculardan, sosyalistlerden daha iyi bilen yoktur. Muhalefeti sola çekmek için elimizden geleni yapacağımız bir dönemdeyiz. Psikoloji, sosyoloji yapıp ah vah etmeyelim, siyaset hepimizi çağırıyor ve %48’iz. Başarmamıza %3 kaldı.