3 Temmuz 2011 Fethullahçı kumpasıyla tutuklanan Aziz Yıldırım, davanın ilk duruşmasında gazetecilere sitemle söylemişti; “Ne şikesi memleket elden gidiyor!” Türkiye’ de siyaset üzerine yazılan bir yazıdaki siyaset sözcüğünün yerine futbol sözcüğünü koysanız anlam pek değişmez, tersi de doğrudur.

Bu benzeşmenin en açık olduğu kulüp Fenerbahçe. Fenerbahçe Cumhuriyeti, öylesine bir slogan değil. Varlık Vergisi ile azınlıkların “malına çökülmesini” sağlayan Şükrü Saraçoğlu’na Başbakanken kulüp başkanlığı da yaptırır, Adanın Rumu Lefter Küçükandonyanis’i de baş tacı eder. Lisesinin duvarlarına Deniz Gezmiş posteri asan Selçuk Yula efsane olur, en parlak döneminde solcuyum ben diye göğsünü geren Kemalettin Şentürk de liberosudur. Fethullahçıların ele geçiremediği, içine sızamadığı nadir kulüplerden biridir, mahkemede Nazım Hikmet şiiri okuyan Aziz Yıldırım, NATO müteahhitidir. Taraftarı da öyledir. Kumpas sürecinde çoğu siyasi partinin toplayamayacağı 400- 500 bin kişilik protesto mitingleri yapar, Gezi İsyanı’nda Kadıköy’den çıkıp köprüyü yürüyerek geçip Gezi Parkına ulaşır binlercesi. Genç Fenerbahçeliler, 1907ÜniFeb de vardır, 12 numara,  FenerbahCHE ve Fenersol da.

***

Fenerbahçe Cumhuriyeti’nin ortak paydası ise tek kelimeyle Laikliktir. Milliyetçisi, dindarı, solcusu, sosyalisti, kimlikçisi, liberaliyle farklılıklarını bir arada tutan laikliktir. RTE-AKP dönemiyle geçen 20 yılın en çok “kaybeden” kulübü olmasının bir nedeni de bu özelliği olabilir.

3 Temmuz sürecinde Aziz Yıldırım’ın içinden neredeyse bir devrimci çıkmasına neden olan etkenlerden biri laiklik ise asıl etken laikliği de içeren Cumhuriyetçilik zihniyetinin Fenerbahçe’ nin temelinde olmasıdır. Milliyetçilik dozu abartılıdır ama onda da Kurtuluş Savaşı’nda cepheye silah taşıması ve emperyalist işgalcilerin Harrington Kupasını ellerinden söke söke alması yatar. (Zafere Kaçış filmi kurgudur, gerçeği olan Harrington turnuvasının ise ne yazık ki filmi yapılmamıştır.) Milliyetçilik damarı güçlüdür ama Amedspor’la “Çocuklar ölmesin” pankartı arkasında kol kola fotoğraf da çektirir ve tribünleri “Ali İsmail Korkmaz, Fenerbahçe yıkılmaz” diye de inletir.

Aziz Yıldırım sonrası Ali Koç’un başkanlığa gelmesi, yönetimi ve aldığı sonuçlar Türkiye siyaseti için çok önemli dersler içeriyor olabilir. Ali Koç, şimdi siyaset alanındaki “karizmatik lider” arayışına benzer şekilde geldi başkanlığa. Kullanılan 21 bin 350 oyun 16 bin 92’sini alarak seçildi. Tüm yetkiler ona verildi o da bu güce hiç itiraz etmedi. Karizmatik lider olup kulübü kurtaran kahramanlığa soyundu.

***

Kahraman beklentisi tribünleri edilgen seyircilere ve “her şeyi Başkandan beklemeye” eğindirdi. Büyük bir yetkiyle gücü devrettikleri için de “hiçbir şeyden hoşnut olmama, her şeyi eleştirme, hata kabul etmeme” hakları olduğunu düşündüler. Kendi aralarında bölünüp en hakiki fenerli kim tartışmasına daldılar. Rakip takımları bırakıp birbirlerini yemeye başladılar. Ali Koç’ tan sonra Fenerbahçe tribün ruhunun paramparça olması rastlantısal değil.

Oysa Aziz Yıldırım’ı da karizmatik başkan yapan Fenerbahçe başkanı olmasıydı. Karizmatik olan Fenerbahçe taraftarıydı. Ne zaman en kahraman başkan arayışına girildi, taraftar takımın bileşeni, 12 numarası olmaktan çıktı. Birbiriyle bağları hızla kopan şov seyircilerine döndü. Eh Başkanın da başkanlığını bir “business” olarak görmesi tuz biber oldu.

Fenerbahçe taraftarı, 6-7 Eylül kıyımında Lefter’in evine saldırıp çocuklarını öldürmeye kalkanlar olunca, Kartal’dan motorlara binip adaya ulaşıp evinin önüne barikat kuranlardı. Ali İsmail’in annesini bağırlarına basanlardı. Şimdi ise birbiriyle kavgalı, tüm stat ortak slogan atamayan, her şeyi Başkandan bekleyip, her şeyden Başkanı sorumlu tutan, ne olursa olsun yeter ki galibiyet olsun diyen ödediği bilet parasının “hakkını veren” şov bekleyenlere döndü.

Fenerbahçe’yi başkanları büyütmedi, tersine başkan olma şansına erenler Fenerbahçe ile karizmatikleştiler. Şimdi muhalefete karizmatik bir lider bulup muhalefeti büyütmek değil, muhalefeti büyütüp içinden lider çıkarmayı hedeflemek gerekiyor!