Depremin yıkamadığı tek yapı makam koltukları oldu. Gerileri koltuklara yapışık yaşayan makam sahipleri hafifçe kaykıldılar, o kadar. Herkesin aklında aynı soru, neden kimse istifa etmiyor? Bu soruya, makamlara ‘oturtulanların’ liyakatlerinin sorgulanması da eşlik ediyor. Deprem de ilişkili kurumlardaki makam sahiplerinin liyakatlerine odaklanılmasını sağladı.

Özellikle AFAD üst yönetiminin eğitim ve donanımları kamuoyunda “infial yaratmış” durumda! Bu kurumda tek sorun liyakat değil gibi. AFAD yönetim kadrolarının ortak özelliği ve enkazdan canlı kurtarma sırasında çekilen organize ‘tekbir’ler, bu kurumun arama kurtarmadan çok sanki başka bir amaçla kullanıma hazırlandığını düşündürüyor insana.


Liyakat ve istifa uzun süredir gündemde ve merak konusuydu. Siyasal İslamcıların 20 yılı aşan iktidarları boyunca hemen her kurum aynı hale getirildi. 2013-16’ya kadar iktidarı paylaştıkları Fethullahçıların kariyerlerinin görece daha parlak olduğu, onların tasfiyesiyle, bürokraside liyakatin artık hiç kalmadığı da söyleniyor. Dahası 2018 sonrası istifa, yerini görevden affa da bırakmış durumda. ‘Reis’leri affederse makamı bırakıyorlar.

Siyasal İslamcılarda “istifa kültürü ya da ahlakının” olmamasını birbiriyle ilişkili iki etken belirliyor olabilir. Anlamak için istifa kültürünün olduğu ülkelerde bürokraside (ve özel sektörde) istifa mekanizmasının ne işe yaradığını bilmeliyiz. Başarısızlık, yolsuzluğun ortaya çıkması, ona verilen güç ve olanağı istismar ettiğinin anlaşılması durumunda istifa eden kişilerin hepsi bireysel ahlakları nedeniyle utandıkları için istifa etmiyorlar. Köprünün halatı koptuğu için canına kıyan Japon mühendis gibi onuruna yediremeyenler olsa da istifa mekanizması, topluma başka bir mesaj için var. Seni yöneten düzende bir kusur yok, düzene isyan etmene de gerek yok, sistem senin lehine mesajı. İstifa mekanizması yönetim sisteminin mükemmel olmasa da iyi işlediği yanılsamasını sağlıyor. Gerçekte ezilenleri baskı altına alan hukuk ve bireye dayatılan ahlak, sanki herkes eşitmiş ve devlet herkesinmiş gibi hissettiriyor. Bak, Başbakan bile olsa tatil için uçak biletini senin verginle alırsa gözünün yaşına bakmıyoruz diyor. İstifa mekanizması sistemin iyi, adil olduğuna rıza üretiyor. İstifa mekanizması devlet aygıtının bireylerin mülkünde olmadığı rejimlerde olabiliyor.

Siyasal İslamcıların fantastik gerçekliğindeki arzu dünyalarında ise devlet, toprak, kurum ve insanlar “fethedilip, sahiplenilen” ve kendi mülküne geçirilen bir ganimetten öte anlamlı değil. O yüzden ulus devlet sınırı da onun için bir anlam ifade etmez, ulus devlet vatandaşı da. Bu özelliği ile emperyalizmle zihinsel benzerliği olduğu bile söylenebilir.

Siyasal İslamcı için vatandaştan toplanan vergi, haraç. Devlet kurumları da Reislerinin ulufe gibi bahşettiği arazi. Hani padişah fethedilen yerde mülk edindiği arazinin yönetim ve işletilmesini kendisine verilecek bir pay karşılığı reayaya lütfeder ya, onun gibi.

Mülkün sahibi değil görevlisi

Bakın pratik nasıl işliyor. Bir kişi bir şekilde bir makama “oturtuluyor”. Oturtma ölçütünün liyakat değil sadakat olduğu açık. Makama oturtulan kişi, kendisine bağlanan kurumu, kelimenin gerçek anlamıyla “çiftliğiymiş gibi” yönetiyor. O kuruma kimi alacağını belirleyen tek ölçüt; kendi canının keyfi! Oturtulduğu makamın kurumunu “malı” gibi görüyor. Bir rektör, dekanken kendi oğlunu torpille ve üniversitenin yazılı kuralların aykırı olarak işe aldı, usulsüzlük o kadar aleniydi ki, dava açıldı. Kamu denetçisi torpil ve usulsüzlüğü belirtmesine karşın rektör göreve yeniden atandı. Şimdi bu rektör istifa eder mi, mümkün mü? Ona bir mülk verilmiş, mülk geri alınana kadar bildiği gibi kullanır. Siz hiç istifa eden padişah, vezir gördünüz mü? Kurum onun mülkü olduğu için eşi dostu, akrabayı kuruma almayı hak görüyor. Mülkün ürettiği gelirden kullanım hakkını ona verene payını düzenli verdiği sürece de görevde kalıyor. Bu yüzden de atacağı her adımı, alacağı her kararı ona mülkü verene sorarak yapıyor. Mülkü veren memnun kalmadığında da affediyor, mülkü başka birine veriyor.

Bir kamu görevlisinin istifa edebilmesi için kendisini “mülkün sahibi” değil, görevlisi olarak görmesi gerekir. Siyasal İslamcılar kendilerini, inandıkları tanrı tarafından görevlendirilmiş bir sahip, mülkü ise fethettikleri bir ganimet olarak görüyorlar. Seçimde kaybetme olasılıklarının onları çok şaşırtması, korkutması ve öfkelendirmesi de bu yüzden. Kazandıkları seçimi bir fetih gibi gördükleri için kaybetme risklerini de fethedilme karabasanı olarak hissediyorlar.