Sert eleştiriye maruz kalınca Ekrem İmamoğlu ve sözcüsü Murat Ongun, içlerinden pırtlayan Recep Tayyip Erdoğan ve Fahrettin Altun’a kendileri de şaşırmışlar mıdır acaba?

Erdoğanlaşma halinin “bize” özgü olmadığını, farklı gelişmişlik ve kültür yapılarında da kendini gösterdiğini biliyoruz. Küresel bir eğilim ve kapitalizmin krizinin ürettiği bir “yönetme stili”. Çırılçıplak halini Trump’ ta gördüğümüz bu “lider kültü”, Putin’den Orban’a, Mondi’den Maduro’ya kadar yayılıyor. Siyasal pratiğin başka türlü yapılamayacağı anlayışı yerleşmiş durumda. Öyle ki, Erdoğan gibi olmadan Erdoğan’ı mağlup etmenin mümkün olmadığı sanılıyor. Muharrem İnce’nin yükseldiği hızla düşmesinin etkenlerinden biri de bu anlayış değil mi?

Elbet öyle olmaya teşne olanları, başta RTE olmak üzere daha yola çıkarken zaten öyle olanları da var. Yine de, “solcu” “eşitlikçi” bir siyasetçiyi (kastım tabii ki İmamoğlu değil) bile Erdoğanlaştıran kültürü (bataklığı) değiştiremezsek ikinci, üçüncü Erdoğanların bizi bekleyeceğini bilmeliyiz.

DEVASA KÖTÜLÜK VE YİĞİT

Öcü, çocukları korkutarak hizaya getirmek için üretilmiş bir hayal. Devasa bir kötülük. Çocuk öcünün onu kapmaması için uslu olmalı, anababasının eteğinden ayrılmamalı, sözünden çıkmamalıdır. Öcü, korkuttuğunu yalnızca sürüye dahil etmez aynı zamanda “çocuklaştırır.” Öcü karşısında çocuğun kendi gücü çok zayıftır. Ancak, bir “yiğit” kendisine aktarılan güçlerle öcüyle baş edebilecek kadar güçlü olacaktır. Böylece öcü, korkuttuklarını edilgen seyirciler haline getirerek yandaşlarını eteğinin altında toplarken, karşıtlarının da kurtarıcı yiğit arayışlarını kışkırtır.

Güç aktarımıyla öcü karşısına çıkan “yiğit” arkasına toplananlarla bütünleşir. Yiğit, her bir taraftarının benliğini de içerir. Kendisini çok güçlü, dağları delecekmiş gibi hissetmesi de bundandır. Şiştikçe şişebilir. Benlik bütünleşmesi diyeceğimiz bu süreçle öcüyü yenmesi umulan yiğit bir şey yaptığında, “çocukları” da sanki kendileri yapmış gibi hissederler. Yiğidin eylemi onların da eylemidir. O söyleyince onlar da söylemiş olur.

Benlik bütünleşmesinin tipik bir örneği sporda gözlemlenir. Tribünde ya da televizyon karşısında maç seyrederken topa kafa atan, oturduğu yerden şut çekenleri bilirsiniz. Sanki tribünde değil de sahadaki oyuncuymuş gibi eyleme katılır ya seyirciler. İşte o hal.

Şimdi fotoğrafa dönebiliriz. Evet ve tamam, çoğumuz John Berger’ i okumuşuz. Sosyal medya, Berger’in fotoğraf üzerine, görse onu bile yıldıracak alıntılarıyla dolup taşıyor. Bu çağın can sıkıntısı da biraz bu hal. Geçelim. İmamoğlu ve Ongun’ u da geçelim. Hallederler bir şekilde. Çuvaldızı kendimize batıralım.

İmamoğlu sanki “bize” ihanet etmiş gibi hissettik. İmamoğlu, RTE’ye efelendikçe sanki biz racon kesiyormuşuz gibi göneniyorduk ya, hepimiz İmamoğlu’yuz ya, bir an için o kişiler sanki “otobüsümüzde bizim yanımızda” oturuyorlarmış gibi oldu, değil mi?

FOTOĞRAFIN ÇAĞRIŞTIRDIĞI

O fotoğraf “bize”, öcü siyasetinin korkusundan sıyrılmak için “yiğitlere” ihtiyacımız olmadığını görmek için bir fırsat sunuyor. Öcünün karşısına çıkmak için aramızdan birini öne sürmek yerine birlikte ayağa kalkmamız gerektiğini hatırlatıyor olabilir. Birlikte ayağa kalkmış mıydık? Gezi’de değil mi?

Fotoğraf çoğumuza Gezi’yi hatırlattı. Fotoğrafa dahil edilenlerin Gezi hakkında söylediklerini hatırladık hepimiz. İmamoğlu, “canı ciğeri arkadaşı” Tayfun Kahraman, Gezi’den 18 yıl mahpus edilmişken o fotoğrafı çektirince, sanki biz de Gezi’mize ihanet ediyormuşuz gibi oldu. “Yiğidimizin” bizim de ihanet etmemizi isteyeceğini mi hissettik. Dahası “helalleşmeye” zorlanırsak da, direnemeyeceğimizi mi gördük acaba.

Hayat, rastlantıyı gerçeklerden üretir. Gezi, herkesin kendi gücünü kendinde tutarak, kendi olmaktan bir an bile vazgeçmeyerek ne denli büyük bir güç biriktirebileceğinin kanıtıydı. Gezide herkes yiğitti. O gücü, “birlikte ve bir arada” olmanın gücünü, “yiğitlere” aktarınca ne olduğunu fotoğraf hepimize göstermiş oldu. İmamoğlu’na kızmak yerine kendimize kızsak daha doğru değil mi?

Çuvaldızı kendimize biraz daha saplarsak; ille de bir yiğit olsun diyorsak neden örneğin, Kamil Kartal’ıseçmiyoruz? Kamil Kartal kim mi? Eğer kim diye sorduysanız, hakikaten kızmayın İmamoğlu’na…