Sivas Katliamı, “Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak”, “Laik devlet yıkılacak” “Şeriat gelecek” sloganlarıyla harekete geçmiş binlerce radikal İslamcının organize olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın laik, demokratik, hukuk devleti niteliklerine ve cumhuriyet değerlerine karşı gerçekleştirdiği büyük bir kalkışmadır.

“Olasılıklar hep sahiplidir”
Refah Partisi Sivas Belediye Meclis Üyesi Cafer Erçakmak. (Fotoğraf: Depo Photos)

Sivas Katliamı’nın otuzuncu yılındayız. Siyasal İslam yanıltmaz. O gün elbette bize kıyan zalim üzerine düşeni bugün de fazlasıyla yerine getiriyor. Yasaklarla geliyor Temmuz/lar! Bu yıl da derneklerimizin girişimiyle Gazi Şehir Parkı’nda gerçekleştirilecek etkinliğimiz “Grup Yorum Konseri olabileceği” gerekçesiyle yasaklandı. Bu kadar saçma bir gerekçe duymadım diyenler olabilir. Biz duyduk! Hatta daha neler duyduk, ne saçmalıklar yaşadık otuz yıldır. Hem de hukuk adına adalet aradığımız sarayseverlerin Adliye’lerinde. Ama kimse 2 Temmuz günü bir otelin önüne yığılmış 15.000 kişi nefretten kudurmuş ağzından köpükler saçarak “yak la yak” diye böğürürken içerdeki aydınların yakılabilme ihtimalini aklına getirmemişti. Olasılık hesapları da hep yanıltır bu ülkede insanı böyle. Son seçimlerde de yaşadığımız gibi. Olasılıklar hep sahiplidir.

Sivas katliamı, “Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak”, “Laik devlet yıkılacak” “Şeriat gelecek” sloganlarıyla harekete geçmiş binlerce radikal İslamcının organize olarak Türkiye Cumhuriyeti anayasasının laik, demokratik, hukuk devleti niteliklerine ve cumhuriyet değerlerine karşı gerçekleştirdiği büyük bir kalkışmadır. Rejim değişikliği isteyen sivil bir darbe girişimidir. Bu kalkışma ile sadece Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurumsal yapısı hedef alınmamış, Atatürk ilkelerini ve devrimlerini sosyal ve kültürel miras olarak benimseyip yaşam biçimi haline getirmiş tüm toplum kesimlerine yönelik büyük bir gözdağı verilmiştir. 

Hukuk ve adalet mücadelesi içinde geçen son 30 yıl, bizleri değil adalete ulaşmak, artık kanun devletine bile ulaşmayacağımız gerçeğiyle yüzleştirir gibi. Yani, 70 yıldır birbiri ardına ülkeyi yöneten sağ iktidarların ideolojik tercihleri doğrultusunda şekillenen devlet mekanizmasının; farklılıkları çoğulculuk unsuru olarak görmeyen, tekçi ve baskıcı bir sistem üzerine tesis edildiğini net ve acı bir biçimde anladık. “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” cümlesiyle yıllardır kendine mağduriyet yaratıp özgürlük ve demokrasi nutukları çeken siyasal İslamcıların, söz konusu Sivas Katliamı, Alevi’lerin hak talepleri olunca ülkenin ve devletin gerçek sahibi gibi davranmalarının tesadüfi olmadığını gördük. 

Bugün benzer acıların yaşanmaması için öncelikle muhalefetin siyasi elitleri başta olmak üzere toplumsal dinamiklere yön veren herkesin geçmişiyle samimiyetle yüzleşmesi gerekir. Bu yüzleşme, yüzeysel kınama tweetleriyle veya basın açıklamalarıyla değil, ailelerin acıları ve toplumun önemli bir kesiminin korkularıyla empati kurarak, adalet veya kamuoyu önünde gerçeklerin ifade edilmesi ile mümkündür. Katliamın gerçek sorumlularının bulunup, yargı önüne çıkarılması, Sivas Katliamı’nı derin devletin kendilerine yönelik bir operasyonu olarak nitelendiren kimi siyasal İslamcı politikacılar için de bir fırsat teşkil etmektedir.

Asla geç değil fakat 30 yıldır bunu yapmayan bir siyasi anlayışın, gerçeğin peşinde olduğunu düşünmemek için birçok haklı sebebimiz var. En hafifinden Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaletsizliğe uğramış tüm toplum kesimlerine yönelik “helalleşme” çağrısına, Temel Karamollaoğlu’nun da katılarak Millet İttifakı’nın Sivas mitingi ile aynı gün görülen Sivas Katliamı davasında ifade verip, katliam mağdurları ile helalleşmesi, kurduğumuz ittifakın demokratik ruhuna uygun düşmez miydi? Çünkü 30 yıllık hukuk sürecinde dönemin en önemli tanıklarından, hatta Belediye Başkanı olarak sürece yönelik katkısı olduğu söylenerek kimi iddiaların hedefinde olan biri olarak Sivas Katliamı günü ve sonrasına ilişkin yaşadıklarını, hatalarını ve eksiklerini samimi olarak paylaşsa, varsa bilinmeyenleri anlatsa iyi olmaz mıydı? Bizler, Başbağlar Katliamı veya Sivas Katliamı, Hrant Dink cinayeti veya Sinan Ateş cinayeti demeden herkes için adalet taleplerimizi haykırırken, hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir ülke idealiyle mutabakat imzaladığımız ortaklarımızdan aynı tavrı bekleme hakkımız yok mudur? O gün dava gündeminde olan Karamollaoğlu’nun dinlenmesi talebi elbette yıllardır olduğu gibi mahkemece reddedildi.

Sosyal Demokrasi penceresinden baktığımızda seçilmişlerin temsil ettikleri konum ve taşıdıkları sıfatların yükümlülüklerini yerine getirirken siyasetin hastalıklarını, konforunu sorgulamadan, ihtiyaçlarına kafa yormadan statükoya uyum sağlayarak ve “makam” gücünü giyinerek hareket ettiği anlayışın bizi özlediğimiz geleceğe taşımayacağını artık görmeliyiz. Mücadele edilen hak ve özgürlükler, toplumsal barış ve adalet talebi meclis kürsüsünde alkış alan haykırışlarla kişisel şova dönüştüğünde, ya da müsamere düzeyinde popülist gösterilerle dile getirildiğinde, 5/7 dönem korunan koltuklarla siyaset profesyonelliğe dönüşüp kişiyi esir aldığında değişim istemek süslü bir içerik olarak kalır. 

Özellikle son on yıldır “iktidar olmak için sağdan oy almalıyız” mantığı üzerinden kurgulanan siyasi anlayış ve ideolojik sapmalar nedeniyle sol sosyal demokrat söylemlerden tavizler verildi. Hem de sağ iktidarlar iştahla solun söylemlerini kullanmaktan imtina etmezken. Bununla da kalınmadı sağ partilerle kurulan ittifaklar nedeniyle laiklik ilkesi erozyona uğratıldı. Adeta laikliği savunmaktan özenle imtina edildi. Laiklik kavramını bağlamından koparanların tanımladığı laiklik = din düşmanlığı algısı yerleştirildi. Sağın diliyle “dindar”lara ulaşacağız derken “dinci”leri güçlendiren tuhaf bir “kurtuluş” mücadelesi verildi. Sağcılaşmanın yarattığı siyasi atmosferin verdiği sanal güç bazı siyasi hamlelerin misyon olarak görülmesine yol açtı. İktidarın diliyle üretilen siyaset, benimsenen tercih iktidarın tanımlayarak dayattığı düzenin yerleşmesine alan açtı. O dili benimsemiş siyasetçiler o dili ve anlayışı meşrulaştıran sonuçlar üretti. 

30. yılda Sivas Katliamı davası bir kez daha zaman aşımı ile yüz yüze. 2013 yılında zaman aşımına uğratılan dava tam 10 yıldır iç hukuk yolları tükenmesin de AİHM yolu açılmasın diye oyalanırken seçilmişlerin bunu gündeminde tutması gerekir. Basında yer aldığında bile kimsenin dikkatine mazhar olamayan davamızın ikinci ve son uzantısı da bu yıl zaman aşımına uğratılacak. AYM bu dosyayı da koleksiyonuna katarak yıllara meydan okuyacak. Sivas Katliamı davasının adaletsiz kalarak kapanması insanlık suçları içeren nice faili meçhul siyasi cinayetin yanında tozlu raflarda unutulması Gezi davasının, Başbağlar’ın, Roboski’nin, Suruç, Ankara katliamlarının, Tahir Elçi cinayetinin de nicelerinin de kaderi olacaktır. İşte tam da bu nedenle tarihin en gerici meclisinde yeni dönemin siyasi aktörleri parlamento rutinleri dışında kuvvetli, tutarlı ve cesur bir duruşla tutum almalıdır. Seçim sonuçları üzerinden iç kavgalara son vermeli, sadece 1 milyon oy fark ile son anda iktidara tutunan bir lidere zafer alanı açmak yerine oy ve güç kaybı içinde olan iktidarın yanlışlarını gündeme alan, gerçeğin üstüne giderek sahici ve halkın yanında bir siyasetle mücadeleye devam etmelidir.

*Yazar, 26. Dönem Milletvekili, Metin Altıok’un kızı.