İkisi altın olmak üzere 5 madalya ile kapattık 2012 Londra Olimpiyat Oyunları'nı. Ülkenin 3 tarafının denizlerle çevrili olması, 75 milyon olmamız ve buna benzer coğrafi ya da beşeri sebeplerle açıklanmaya çalışıldı olimpiyat performansımız. Halbuki bunlar sorunun asıl kaynağını bulmak yerine yüzeysel yaklaşımdan öteye geçmeyen yorumlar. Granadalı atlet Kirani James 400 metre erkeklerde altın madalyasına koşarken stadyumda bulunan seyirci sayısı nerede ise ülkesinde yaşayan insan sayısına eşitti. Aynen bizim gibi 3 yanı denizlerle çevrili olan, dünyanın en kalabalık ülkelerinden Hindistan ve bir ada olan Endonezya altın dahi göremedi ve yüzmede esameleri okunmadı. Jamaika 200 metre finalindeki bütün madalyaları topladı. Bu ve buna benzer örnekler, benzer anlayışı baz alarak yapılan yorumların hiçbirisinin genel-geçer saptamalar olmadığını kanıtlıyor. Bir ülkenin olimpiyat karnesini yorumlamadan önce, o ülkenin olimpiyat kavramına, organizasyona ve bir bütün olarak spora olan bakışını incelemek gerekiyor.

FUTBOL ÜLKESİ AMA NASIL?
Türkiye bir spor ülkesi değil, bir olimpiyat ülkesi değil ve evet bir futbol ülkesi dahi değil. Türkiye kontrolsüz bir futbol ülkesi. Ülkenin en sevilen sporu futbolda dönemsel, kişisel projelerin yarattığı başarının dışına çıkan, oturmuş bir ekolümüz yok, bu yüzden de kısa vadede, biraz istikrarlı projeler üretenler anında zirveye oturabiliyorlar. Kısacası en sevdiğimiz, uğruna hayatın içindeki her şeyi gözardı ettiğimiz sporda dahi organizasyonsuzluk ve temel problemleri çözememiş durumdayız. Peki diğer sporlar. Güneydoğu Asya, Batı Avrupa ülkeleri, Birleşik Amerika ve Rusya’nın olimpiyat oyunlarında tepede yer almalarının temelinde ortak bir noktaları yatıyor. Yetenekleri küçükken buluyorlar, daha o yaşlarda 10 yıllık geleceğini planlıyorlar (zira olimpiyat şampiyonluğunun yaşı 10-20 yaş arasına dahi rastlayabiliyor) ve bu geleceğe aileyi, çocuğu ve etrafındakileri odaklıyorlar. Bu yüzden 16 yaşında olimpiyat şampiyonu olmuş bir genç, kendisine mikrofon uzatıldığında bu başarıya hazırlandığı her halinden belli olduğu şekilde konuşabiliyor. Örneğin, bizim Hazal Sarıkaya’mız ise platforma çıktığında çok heyecanlandığından, fazla kulaç attığından, eli ayağına dolaştığından bahsediyor. Şampiyon olabilecek yaştaki bir sporcuyu, olimpiyat oyunlarında daha platforma çıktığında heyecanlandıran nasıl bir atmosfer ve nasıl bir hazırlıktır bunu çözmemiz gerekiyor.

MUHAFAZAKAR AİLE
Türkiye’de doğan gençler ve özellikle de genç kızlarımız, kendilerini önce muhafazakar toplum yapısına kabul ettirmek zorundalar. Türkiye’de dinin aile normlarında belirleyici olduğu topluluklardan olimpik sporcular çıkarmak kolay bir iş değil. Buradan din ve spor arasında bir tümevarıma ulaştığımız anlamı çıkarılmasın. Örneğin İngilizlerin tarihindeki en başarılı olimpiyat gecesinde 5000 metre galibi Mo Farah Somali asıllı müslüman bir adam. Bizim vurguladığımız bu şartların Türkiye’deki sonuçları. Bu genç kızları ailelerinden almak, onların kayıtsız şartsız desteğiyle yükümlü oldukları bir hayata sokmak çok kolay değil.
Ya peki bu sporlara medyanın ve kamuoyunun bakışı. Yazılı ve görsel basın bu konuda çok büyük bir görev sahibi. Madalya sıralamasının tepesindeki ülkelerde futbolun dışında kalan sporlarda başarılı olan isimler, başarıdan başarıya hatırlanmıyorlar, toplumun gözü önündeler ve birer rol modeller. Hatta bazılarında futbol 1 numaralı spor bile değil. Hollanda’ya yüzmede 2 altın getiren Ranomi Kromowidjojo, 2000 yılında Inge de Bruijn Hollanda’nın Altın Kızı ilan edildiğinde 10 yaşındaydı. Onun ve Pieter van Hoogenband’ın kulaçlarını izleyerek büyüdü. Ülke basını ve halkı yüzücülerine, hokeycilerine, bisikletçilerine yıllardır büyük bir ilgi gösteriyor. Bu yüzden de nesilden nesile bu sporlar aktarılıyorlar.

JAMAİKA BAŞBAKANI'NA ARMAĞAN
Son bir not. Ülkeye 2 madalya getiren, olimpiyat tarihimizin atletizmdeki en büyük başarısının altına imza atan 2 kadın yarış bitiminde kameralar önündeler. Aileleri televizyon başında. Bir telefon geliyor, kim? Başbakan. Milyonların gözü önünde gözyaşı, sevinç, çılgınlık ya da her neyse, yıllardır bekledikleri duyguların boşalmasına izin verilmiyor. Bunun yerine başbakana teşekkür ediliyor. Yetmiyor, ertesi gün madalya “başta” başbakana armağan ediliyor. O iki kadın o madalyaları başbakana değil önce kendilerine sonra da ailelerine armağan etmeliler.  Bu ülke sporcuları kendilerini bir borç ödemek ya da devlet büyüklerinin karşısında el pençe divan olmak zorunda hissetmemeliler. Usain Bolt kaç tane madalyayı Jamaika başbakanı Portia-Simpson Miller’a armağan etti acaba...