Havalar sıcak. Ülke cehennem. Ne bir şey yazası geliyor insanın, ne bir şey yapası. Oysa yapacak o kadar çok şey var ki.

Ölüyoruz. Birer birer, onar onar. Ölüm o kadar genç ki.

İktidar ölün, öldürün diyor. Feda ederiz diyor. Ölüyoruz.

Kimimizin üzerinde işçi tulumu, kimimizin üzerinde üniforma. Kimimiz çocuğuz henüz bombalanmış bir evin yanı başında. Kimimizin köyü boşaltılıyor, kimimiz hastanede kurşunlara hedef. Ormanlar yakılıyor dağlarda kimse barınmasın diye. Yollar kesilmiş.

Gencecik çocuklar katledildi. 32’ye ulaştı Suruç’ta kaybettiklerimizin sayısı. Sevinenler bile çıktı ortaya o güzel çocuklar bombalarla paramparça edildiler diye. Terörden ve kandan beslenen ama lafta teröre en çok karşı olanlardı bunlar.

Asker cenazelerinin arkasından bize gün doğdu deyip ellerini kavuşturanlardı.

Bir viyadük inşaatında 4 işçi öldü geçen gün. Beton ve demirin altında kaldılar. Biri 43 yaşındaydı. Diğeri 42. Bir diğeri 40. Biri de 22 yaşında.

Biz alışığız ölümlere.

Ölümü kanıksattılar bize.

Savaş kararı alan geçici hükümet, madenlerle ilgili de bir karar aldı geçen gün. İş cinayetlerini durdurmak yerine yeni iş katliamlarına davetiye çıkartan bir düzenleme yapıldı.

Madenlerde, patlama olmaması için alev sızdırmaz ekipmanlar kullanılması gerekiyor. CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel, Soma’dan sonra artan denetimlerle Türkiye’de 136 madene kapatma kararı verildiğini hatırlatıyor. Bu kararların yarısı 2006 yılında yürürlüğe giren yönetmelikle ile ilgili. Bu yönetmeliğin uygulaması 2020 tarihine ertelendi. Yani kapatılan madenler açılacak.

Madencilik sektörü, Türkiye’de sermayenin doğaya ve insana karşı savaşının öncü kuvvetlerinden. Sektörde kâr oranları ortalamanın 3-4 katı. Kâr hırsı engel tanımıyor.

Eğer bu madenlerde ölümler olursa bu fıtrat mı olur, cinayet mi?

Türkiye’de bir süredir işçilere karşı deklare edilmemiş bir iç savaş yürütülüyor. İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi verilerine göre yılın ilk 7 ayında 971 işçi, iş cinayetlerinde öldü. Her gün 3-4 kişi ölüyor. Sorumlusu kim?

Geçici hali ile bu hükümet hala işçilere karşı bir savaş yürütüyor.

Ama şimdi bir cephe daha açıldı savaşta. İş cinayetlerinde ölüyorduk üçer beşer. Şimdi iktidarın, itibarın, saltanatın sürmesi için ölüyoruz.

Kararı alanlar, aldıkları kararın sonuçlarının da failidir.

Ve cenazeler dağılıyor dört bir yana. Bir yanda ise cenazeler bekletiliyor. Ateşi harlıyorlar. İstedikleri yoksulların, işçilerin birbirini öldürmesi.

Evet bir savaş var. Ama bu savaş bizim değil. Bize karşı açılmış bir savaş. Bu ülkenin yoksul insanlarına, işçilerine, emekçilerine açılmış bir savaş. Birilerinin saltanatı için, ölen biziz.

Havalar sıcak. Günler ölüm haberleri ile geliyor. Hiçbir şey yapası gelmiyor insanın. Ama yapacak çok şey var.

Barış Blok’unun çağrısına yanıt vermek bunlardan biri olabilir. Pazar günü saat 17.00’de Bakırköy Halk Pazarı’nda sarayın ve saltanatın açtığı savaşa dur demek için ses vermek gerekiyor.

Mücadeleyi ise hem savaşa hem iş cinayetlerine dur demek için yükseltmek gerekiyor.

Refik Durbaş’ın sözleri kulaklarımda; ‘Elim sanata düşer usta/ Dilim küfre, yüreğim acıya/Ölüm hep bana/ Bana mı düşer usta?’