Siz hiç “şehit” yakını gördünüz mü? Öyle ölüm haberlerinde, cenaze törenlerinde ya da “milli ve dini bayramlarda” şehitlik ziyaretlerinden yapılan haberlerde değil ama; ne de şehidin evine bayrak asılan görüntülerde de değil. Sonra. Kayıp, akıp giden zamanda geride kaldıktan sonra! Aylar, yıllar geçince.

Örneğin, ağbisi “şehit” olduğunda daha onlu yaşlarında bir çocuk olan kız kardeşinin, 25- 26 yaşındaki düğününe katıldınız mı? Üstünden onca zaman geçmesine karşın isteme töreninden kınasına, düğünde oynanıp oynanmayacağına kadar her adımda “şehit abiye” göre davranılmasına tanık oldunuz mu? “Şehit yakını kontenjanından” memuriyete alınıp, göreve başladığı kurumda her sözü, her davranışının “şehit yakınına” yakışıp yakışmayacağının tartıldığını bilerek yaşamak ne demek, bilebilir misiniz?

Ve sayıları arttıkça giderek kanıksanmaları ve “ayrıcalıklarının” göze batmasına, aynı anda bu kadar ayrıcalıklı olduğuna göre her an “şehit yakını gibi” davranmalısın zorlamasına katlanmalarını anlayabilir misiniz? Gülmeye, sevmeye, hata yapmaya, eğlenmeye hakkın yok, bitimsiz bir matemde takılı kalmalısın, sürekli üzgün, mutsuz ve “düşmana öfkeli olmalısın” baskısına maruz kalsanız, ne hissederdiniz?

Ve sayıları arttıkça ve en tepedeki ağızdan, “ölmek askerlik mesleğinin fıtratında var” sözlerinin daha da rahat ve sayıları arttıkça “sözleşmeli ermiş, kendisi istemiş askerde kalmayı, maaşı da iyiymiş, olmasaymış” fısıltılarının giderek daha yüksek sesle söylenmesine; “gaziysen bana mı gazi oldun?” diyenlerin sayısının çoğalmasına tanık olan şehit yakınlarını, gazileri biliyor musunuz?

Sizce, “Şu kadar askerimiz şehit oldu, anında yapılan operasyonla biz de şu kadar teröristi etkisiz hale getirdik” açıklamaları şehit yakınlarının acısını dindiriyor mudur? Kana kan, intikam sloganları eşliğinde nara atanlar, cenaze çıkışında iş güçlerine bakıyorlardır, değil mi? Peki şehit yakınları? Örneğin, 20 yıl önce oğlunu kaybetmiş bir anne, geçen hafta üst üste gelen çatışma ve ölüm haberlerini dinlerken ne hissetmiştir? Benim oğlum vatan için öldü, onun içini rahatlatıyor mudur? Şu kadarını etkisiz hala getirdik böbürlenmelerini duyduğunda oğlumun kanı yerde kalmadı diye huzura eriyor mudur?

İster kızın, ister sövün ama şu gerçekle de hesaplaşın; “etkisiz hale getirilenlerin” tarafında da aynı matemler, acılar ve analar, babalar, kardeşler var.

Yoksullar ölüyor, öldürüyor “saptamasından” bir an önce kendimizi kurtarmamız gerekli! Bütün bir coğrafya tutulamayan yasların, sorulamayan hesapların, deştikçe deşilen yaraların içinde kan ağlıyor. Evet, tabiki yoksullar ölüyor ama giderek askerlik, iş bulamayanların yüksek maaş beklentisi ile seçtikleri bir “tehlikeli meslek” değerine düşüyor.

Değer düşmesi ne demek? Antimilitarizmi paranteze alırsak, eğer bir ülkenin ordusu olmak zorundaysa, o ülkede askerlik zorunlu olmalı. Zorunlu askerlik her eğitim ve sınıftan insanı eşitleyen, toplum ve askerin birbirine benzer olduğu bir uygulama. Asker, bu görevi zorunlu olarak yaptığının bilincinde oluyor ve kendisinin de muhatap olduğu toplumun bir üyesi olduğunu unutmuyor. Adına istediğiniz kadar sözleşmeli vs deyin, askerlik profesyonel bir meslek olduğunda, mesleği seçen, askerliği bir “iş” olarak görüyor. Toplum da profesyonel askeri, kendi tercihiyle bu tehlikeli mesleği seçen, dolayısıyla riski bilerek üstlenen biri olarak değerlendiriyor. Vinç operatörünün kazada ölmesi ile sözleşmeli askerin çatışmada ölmesi, riskli meslek gruplarında karşılaşılabilen ve tazminatı verildikten sonra “unutulacak” bir olay olarak eşitleniyor.

Sözleşmeli asker de çalışırken ona göre çalışmaya başlıyor. Nasıl maden ocağında çalışmaktan başka çaresi olmayan maden işçisi güvenlik önlemleri olmadığını bilmesine karşın, madene inmekten başka çare bulamıyorsa, sözleşmeli asker de mesleğini ve bir bileşeni olan çatışmalara aynı ruh haliyle giriyor; bana bir iş veriyorlar, bu işten birileri kazanç sağlayacak, çalışma koşullarımı sorgulamaya kalksam işten atılabilirim, en iyisi en az zarar görebileceğim şekilde çalışayım! Vur derlerse vururum, yık derlerse yıkarım; karşımdaki düşman benim aynı zamanda ekmek param, maaş garantim!

Ve her ölüm, ölüme yollayanların uyguladıkları politikaların, çizdikleri stratejinin bir ayrıntısından öte değeri olmayan sayılara dönüşüyor. Ölüme yollarken de öldüklerinde de propaganda nesnesi olarak işe yarıyorlar!

Bakın yine acı dolu bir suskunluk, saygı duyduklarını gösteren bir sessizlik anına bile izin vermediler. Evlere bayraklar asıldı ve rakipleri zor durumda bırakacak siyasi mesajlara dönüldü. İşleri de kolay, yıllardır yaza yaza ellerinde hazır şablon da çok.

Sosyalizm, gelecekte kurulacak savaşsız bir barış dünyasını vaat eder. Sosyalistler, hemen şimdi barış, diyorlar. Her tür ve amaç için silahlı çatışmalara karşı çıkacak bir iradeyi büyütmekten başka çaremiz yok.