Oyunları bu hafta sonu bitiriyoruz. Sonrasında Türkiye’nin en iyimser ifadeyle “hayalkırıklığı” yaratan performansına değineceğiz. Ama o yazıya bir giriş yapalım. Kadın voleybolcularımız Sırbistan’ı 3-0 mağlup ettikleri maç sonrası TRT ekranlarındaydı. Spiker Erdoğan Arıkan onların zaten olimpiyata gelerek çok büyük iş başardıklarını söylerken, Voleybol Federasyonu Başkanı Erol Ünal Karabıyık voleybolcularımıza sorulan her soruya onların yerine cevap veriyordu ve şöyle diyordu “Amerika ve Çin bizim rakibimiz değiller, bizim rakibimiz başkaları”. Yani madalya almak için ya grupta ya ilerleyen turlarda mağlup etmemiz gereken takımları rakibimiz olarak görmüyordu başkan. Sadece 4 gün sonra o başkanın takımı, başkanın rakibimiz olmadığını iddia ettiği Birleşik Amerika’nın önünde kader maçına çıktı. Eğer sporcularınızı böyle aşağılık kompleksleriyle doldurursanız grup liderliğini garantilemenin psikolojik rehavetindeki bir takıma sadece 1 sette direnebilirsiniz ve turnuvaya veda edersiniz. 2012 Olimpiyatları hem performans hem de o performansı verenlerin demeçleriyle sporcularımızın her şeyden önce psikolojik olarak hiç hazırlanmadıklarının göstergesidir.

BRİTANYA, BRİTİNYA OLALI...
Cumartesi günü Britanya spor tarihinin en parlak günü yaşandı adeta. Tam 6 altın madalya kazandılar ve özellikle bunlardan son 3’ü efsane niteliğindeydi. Önce Jamika asıllı Jessica Ellis heptatlonda, ardından Greg Rutherford uzun atlamada, son olarak da Somali asıllı Mo Farah nefesleri kesen 10 bin metre erkekler yarışında altına uzandılar. Özellikle Farah’ın son turda Etiyopyalı Tariku Bekele ile giriştiği mücadelenin son 100 metresinde artırdığı vites ve 80 bin Londralı’nın önünde farkı açarak altın madalyaya koşması gelecek nesillere aktarılacak bir görüntüydü. Maraton yarışlarının unutulmaz isimlerinden Alberto Salazar tarafından çalıştırılan Farah ve Birleşik Amerikalı Galen Rupp ilk 2 sırayı alırken Bekele bronz madalyaya razı oldu. Gary Lineker’in gün sonundaki “bu senenin yılın sporcusu ödülünde müthiş bir çekişme olacak” lafı boşuna değil elbet. Britanya 4 yıllık bir çalışma ve daha uzun süredir hazırlandığı olimpiyat organizasyonlarında, spor tarihinin en unutulmaz gecesini yaşadı. Bu başlıbaşına bir gurur kaynağıdır. Ama bazı şeyler değişmiyor, bu müthiş başarılardan sadece 15 dakika sonra Britanya Futbol Takımı, erkek futbol karşılaşmaları çeyrek finalinde Güney Kore’ye penaltılarla (ada futbolunun bitmeyen kabusu) mağlup olarak elendi. Basketbol takımı ise ilk yarısını 46-36 önde kapattığı maçta Avustralya'dan 31 sayı fark (106-75) yiyordu.

HOLLANDA'NIN ALTIN KIZI
Londra’nın parlattığı bir başka yıldız Surinam-Endonezya asıllı Hollandalı yüzücü Ranomi Kromowidjojo’ydu. Babasında hem Surinam hem de Java kökenleri var. Bundan 4 yıl önce Beijing’de 4x100 serbest stilde Inge Dekker, Femke Heemskerk ve Marleen Veldhuis ile beraber altın madalyayı kazandığında henüz 17 yaşındaydı. Londra’da aynı kategoride gümüş madalya ile yetindiler ama onun için olimpiyat aslında yeni başlamıştı. Önce 100 metre ardından da 50 metre serbestte 2 altın madalya kazandı. Bunu aynı olimpiyatta yapabilen sadece 2 kişi var. Alman Kristin Otto (1988) ve Hollanda’nın “altın kızı” Inge de Bruıjn (2000). De Bruijn toplamda 4 altın, 2 gümüş ve 2 bronz madalya kazandı kariyerinde ve Hollanda tarihinin gelmiş geçmiş en başarılı olimpik sporcusu. İlk altın madalyasını kazandığında 27 yaşındaydı. Kromo’nun şu anda 3 altın, 1 bronzu var ve henüz 21 yaşında. Şimdi Rio’da yarışıp yarışmayacağına karar verecek. Bundan 4 sene sonra 25 yaşında Hollanda tarihini değiştirebilir.

BOLT KLASİĞİ
Pazar gecesi, oyunların en fazla beklenen yarışı gerçekleşti Londra Olimpiyat Stadyumu’nda. 100 metre erkekler finali 4 sene öncenin aksine beklenenin olduğu, sadece Bolt’un hegemonyasını kanıtladığı bir mücadele oldu. Bilindik bir Bolt performansıydı. Uzun bacakları sebebiyle yavaş bir çıkış (bu sefer normalden daha da yavaştı) ve yine o bacaklarının avantajıyla 40-50 metreden sonraki olağanüstü vites artırışı ve kazanışı. Fiziği ve temposu yavaş gösterimlerde onun diğer atletlere oranla daha rahat bir yarış geçirdiğini gösteriyor. Yarışın ilk 20 metresinde kafasını öne gömüp tamamen motoru çalıştırmaya konsantre oluyor, kafasını kaldırdığında ise rakiplerinin ipini çekmeye başlıyor. Jamaikalı atletten herkes 9,5 saniyenin altına düşmesini bekliyor. Bunun için reaksiyon süresini en aşağı çekmesi gerekiyor. Örneğin pazar gecesi 0.165 saniyelik bir reaksiyon süresi vardı. Bunu 0,1’in altına çekip rüzgarı arkasına alsa dahi uzmanlar 9,4’ün ancak görülebileceğini söylüyorlar. İnsanlık bize 9 saniyenin altını gösterir mi, bunu göreceğiz. Asafa Powell yarışın ortasında sakatlanmasa final tüm atletlerin 10 saniyenin altında koştuğu bir yarışa sahne olacaktı.