Google Play Store
App Store

Yıllar evvel Ahsen TV’nin fesli muhabiri bir sokak röportajında Barbaros Şansal’a denk gelmişti. Kim olduğunu bilmeksizin sorduğu sorulara aldığı yanıtlardan mütevellit onu “dini bütün” bir insan sanmış olacaktı ki sözlerini sürekli onaylar şekilde kafa sallayarak dinlemişti. Şansal bildiğimiz üslubuyla konuşarak muhabirle biraz dalgasını geçtikten sonra sıkılıp gitmek istedi. Son söz olarak “Bu ülkede LGBTİ’lerin sabrını kınamayın diyorum, başka bir şey söylemiyorum” diyerek uzaklaşırken muhabir arkasından sesleniyordu: “Onlar kim?”

***

LGBTİ’ler yıllarca çeşitli biçimlerde kendilerini anlatmaya çabaladılar bu ülkede. Kendilerine verilen pejoratif adlandırmalara çok kere karşı çıktılar, politik doğruda eşitlenerek tanınmak istediler. “LGBTİ VARDIR” yazılamalarıyla, sloganlarıyla sokaklarda boy gösterip her fırsatta varoluşlarının ideolojik inkârına karşı çıktılar. Görünürlüklerini her mecrada korumaya çabaladılar. (Kimileyin müttefiklerine bile gönül koydular bunun için.) Kendilerine yönelen hakaretleri dahi “benimseyerek aştılar” bunun uğruna, Taksim’de her sene gerçekleştirdikleri Onur Yürüyüşünde en çok attıkları slogan “VELEV Kİ İBNEYİZ ALIŞIN HER YERDEYİZ” oldu. Bilhassa Gezi Direnişi’nde aktif rol alarak farklı gruplarla kurdukları “temaslar” sayesinde kendilerine dair önyargıları evvela muhalif kamuoyunda büyük ölçüde kırmayı başardılar. (Çok fazla LGBTİ gencin o dönemde ailesine açıldığı söyleniyor). Sonraki birkaç yıl Türkiye’de LGBTİ hareketleri tutarlı bir ivme yakalayarak irtifa bulmaya, yıllarca gölgelerde “saklananları” kazanmaya başladı. Haliyle iktidar o vakte değin inkâr politikasıyla bastırmaya çalıştığı LGBTİ’yi artık cepheden karşısına alacak, zaten uygulayageldiği yasakları ve saldırılarını artıracaktı. Nihayet son birkaç yıldır “LGBTİ” olarak ifade edilen insanların kim olduğunu neredeyse “herkes” öğrendi; ama nasıl?

***

İktidarın LGBTİ düşmanlığı yeni bir olgu değilse de taarruzun bu son dalgası Erdoğan’ın Gezi Direnişi sonrasında ayyuka çıkan “sokağı sindirme hevesinin” bir parçası olarak başladı. O sıralar sokağı zorlayan her oluşuma sudan bahanelerle yapılan saldırılardan LGBTİ gruplar da nasibini alırken, küçük bir nüansla, 2015 Onur Yürüyüşü için özel bir bahane üretildi: O yıl Ramazan ayına denk gelen yürüyüş “toplumsal hassasiyetleri ve duyarlılıkları zedelediği” gerekçesiyle valilik tarafından yasaklandı. Sonraki yıllarda aynı gerekçe -artık Ramazan ayına ihtiyaç duymaksızın- gösterilerek yurt çapında tüm LGBTİ eylemleri süresiz olarak yasaklanırken “hassasiyet söylemi” de kalıcılaştırıldı. (Bugün festival yasakları için de kullanılıyor.) Akabinde, evvelce telaffuz dahi etmedikleri “LGBTİ” sözcüğünü diline pelesenk eden iktidar mümessilleri -“benimseyerek aşma” metodunu ters yüz edercesine- onu yeni bir “düşmanı” işaret etmek için kullanmaya başladılar. “Darbeci” ile “terörist” yaftalarının ardına artık bir de “LGBTci” eklenmeye başladı söylevlerde. En ufak ve masumane LGBTİ faaliyetlerine dahi -geçen hafta ODTÜ Kampüsü’nde ‘tekrar’ görüldüğü gibi- işkenceye vardırılan kolluk şiddetiyle saldırdılar. Haliyle yıllardır “görünürlük” çabası içerisinde olan insanlar artık buluşmalarını gizli saklı duyurmak, hatta etkinlik fotoğraflarını buğulayarak yayınlamak zorunda kalıyorlar.

***

İlk sarı öküzün kim olduğu hâlâ tartışma konusu, ancak LGBTİ’nin “son sarı öküz” olduğu; yani bu yeni dönemin dinci taarruzunun ilk hedefi olduğu aşikâr. İktidar, ilkin heteronormativitenin pozitivist kalıplarına gönderme yaparak Türkiye’deki seküler kamuoyunu da bu konuda ikna etmeye çalıştı. Eşcinsellere yönelik hastalık tanılarından, LGBTİ’nin uluslararası bir “dip dalga” şeklinde nüfuz ederek ülkemizi çürütmeye çalıştığı iddialarına kadar bir ton vesvese yaptı. Şimdilerde ise en esaslı kartlarından “aile yapısını” masaya sürüyor. Bu noktada LGBTİ’nin hala “eşikte” durduğunu anlamak fevkalade önemli. Zira -önceden yazdığım üzere- Türkiye kültüründe çoğunlukla parodilerle ifade edilse bile LGBTİ’ye “ayırıcı bir sığada” yaşama hakkı tanınır, en güzel Türkçeyi Zeki Müren’in konuştuğu, en güzel ezanı Bülent Ersoy’un okuduğu bir ülkenin kültür tarihinde LGBTİ düşmanlığına esaslı bir kök bulmak oldukça zordur. Bazıları farkında olmasa bile, bu ülkede neredeyse herkesin eşcinsel bir yakını vardır. Hatta LGBTİ denilen insanlar, böyle “dış kaynaklı”, “yeni ortaya çıkan” bir mefhum varmış gibi davranan o şeriatçı iktidar mümessillerine nispeten çok daha “yerli”, çok daha daha buralıdır. Buna rağmen iktidarın kollukla tamamladığı ideolojik yaygarası revaç bulup da LGBTİ “eşik dışına” itilirse, basitçe eşcinsellik resmi olarak “kriminal” yahut “patolojik” olarak tanıtlanıp müdahaleye açık hale getirilirse, bu, kadın hakları başta olmak üzere yitirilecek pek çok şeyin daha başlangıcı demektir.

Anlaşılması gerekir ki hedef tahtasında olan sadece LGBTİ değil, aynı zamanda bu ülkede yaşayan insanların “en az” yarısıdır. İçeriği çift hukukluluktan şerri hükümlerin yasalara intikaline kadar sündürülmek istenen yeni anayasanın ilk payandası LGBTİ düşmanlığıdır. Artık iyiden iyiye “kültürkırıma” soyunan İslamcı iktidarın nüfuz edemediği laik kesimin tamamına yönelik yürüttüğü kapsamlı harekâtının ilk adımı budur. Haliyle bugün başta sosyalist oluşumlar olmak üzere laiklik mücadelesi veren kim varsa LGBTİ’ye arka çıkması fevkalade önemli, en az LGBTİ hareketinin de laiklik mücadelesine bir an önce iştirak etmesinin önemli olduğu kadar…