Covid-19 salgını, çok öncesinde başlayan ekonomik krizle boğuşan dünya halklarını dipsiz bir kuyuya doğru itiyor. Son on yılda bütün göstergeler yoksulluğun dünya çapında hızla büyüdüğünü, eşlik eden savaş, şiddet, çatışma ortamı ve mültecilikle birbirlerini beslediklerini ve olumsuz etkilerin katlandığını gösteriyordu. Dünya nüfusunun çok büyük bir bölümü salgına son derece olumsuz koşullarda yakalandı.


Ekonomik sorunu olmayan, aç açıkta olmayan ve tasarrufları ya da düzenli geliri ile idame ettirebilenler yalnızlık, sosyalleşememe, yalıtılma gibi durumların olumsuz ruhsal sonuçlarını yaşıyorlar. Ev içi şiddet arttı. Cinsiyet rolleri ve erkek egemenliği nedeniyle eve kapanan ailelerde kadın ve çocuklar hem daha fazla ev işi yükü yüklendiler hem de “canı sıkılan” erkeğin öfkesine maruz kaldılar. Yaşlılar, beslenme ve barınma sorunları olmasa da yalıtılma ve sokağa çıkma kısıtlaması nedeniyle fiziksel sağlıklarının bozulması riski yaşadılar. Uyaran azlığına ve hareketsizliğe, sosyalleşememeye bağlı olarak zihinsel işlevlerinde gerileme yaşamaya başladılar. Bağımlılık yapıcı maddelere bağlı sorunlar arttı.

Yoksullar ise hem bu sorunları yaşadılar hem de işe gitmek, kalabalık toplu taşım araçlarına binmek, yeterli önlemlerin olmadığı fabrikalarda hastalanma, hastalığı evdekilere taşıma riski altında çalışmak zorunda kaldılar. Aynı anda hem ölüm korkusu hem de aç kalma korkusu yaşayan ve donanımları kısıtlı olan insanlar çaresizlik, umutsuzluk, korku ve kaygı girdabına düştüler. Bu hal azalmak bir yana daha da artmış durumda. Yoksullar daha da yoksullaştı, alt orta sınıf büyük gelir kaybı yaşadı, küçük esnaf iflas noktasına geldi ve bu kez bir de borç krizi hepsinin üstüne bindi.

Korku, kaygı, yalnızlık, yalıtılma, çaresizlik ve çıkışsızlık haline hiç bir insan uzun süreler boyunca dayanamaz. Bu hale zaten dezavantajlı yakalananların durumu ise daha da zorlu olur. Bu dönem gördüğümüz bir ruhsal özellik de varolan tehlikeyi “inkar” edip, sanki hastalık yokmuşcasına ya da ona bulaşmazmışcasına, eskiden nasıl yaşıyorsa öyle yaşama çabası oldu. Özellikle sosyal medyada duyarsızlık ya da cahillikle suçlanan insanların hiç değilse bir bölümü, yalıtılma ve yalnızlaşmaya artık dayanacak gücü kalmayan ve hastalığı bilinçsizce inkar ederek sanki bir tehlike yokmuş gibi yaşamaya çalışarak, dayanmaya çalışan insanlar.

Covid-19 pandemisinde kaygı bozukluklarının, depresyonun, travma sonrası stres bozukluğunun, şiddetin ve madde kullanımının arttığına dair gözlemlerimiz var. Kronik ruhsal sorunlar hele de sosyal devletin olmadığı ya da çok kısıtlı olduğu ülkelerde, hastaların giderek daha da yoksullaşmasına, işsizlik ve açlık tehlikesine maruz kalmalarına neden oluyor. Salgından önce de böyleydi ama salgın döneminde yoksullar daha da yoksullaştı, ruhsal sorunları daha da arttı ve onlara yeni yoksullar da sürekli ekleniyor.

Belirsizlik, çaresizlik, yalnızlık, yalıtılma ve yoksulluk ruhsal hastalık riskini artırıyor ve sağlığa erişimde kısıtlanınca maalesef kimi zaman intihar davranışı görülebiliyor. Sağlığın kamu hizmeti olarak görülmediği ve yoksulluk için kamusal yardım sistemlerinin olmadığı ülkelerde sorunların katlanarak artması kaçınılmaz..

Psikiyatri, yoksulluğun insanların birey olarak beceri ve donanım eksikliğinin bir sonucu olup olmadığı hakkında konuşmalı. Yoksulluk, insanın kendi sorumluluğunda olan, bir şeyleri eksik yaptığı ya da bazı becerileri olmadığı için başına gelen bir hal değil. Yoksulluk bireyin beceriksizliğinin değil üretim ilişkilerinin yapısallaştırdığı eşitsizliğin bir sonucu. Sınıflı toplum yoksulluk üzerine kurulu; kapitalizm ise ayakta kalmak için belli oranda yoksulu şart koşar.
Ruh sağlığını korumayı bireyin sorumluluğuna bırakmak yoksulları “kaderlerine” terk etmekten başka bir anlama gelmez. Ruh sağlığı, eğitim ve genel sağlık gibi “devletin” sorumluluğunda olması gereken bir “insan hakkı” olarak görülmeli. Yönetimleri, yönettiklerinin ruh sağlıklarını koruma sorumluluğunu almaya çağıracak politik eylemler ve stratejileri hayata geçirmek temel yol olmalı. Tabi ki dayanışma, imece, birbirine yardım çok değerli ama asıl çözüm politik mücadele ile mümkün.