Özellikle okumuş yazmış insanların yaşlandıkça kapıldıkları bir akıl tutulması var. Yaklaşan sonlarını kendilerinin değil de insanlığın sonu geliyor sanmak. Hele de yenilmiş hissediyorlarsa, ideallerinin onlar yaşarken gerçekleşmeyeceği karamsarlığına kapılmışlarsa. Son dönemde “dünyanın sonu geliyor, büyük savaş kapıda, küresel ısındırma doğa kıyametine neden olacak” çözümlemelerinin yaygınlaşmasını sağlayan etkenlerden biri de bu galiba. Dünyanın ekonomi-politik ve iklim durumu güllük gülistanlık değil elbet. Tarihte olup biten büyük krizler, felaketler ve yıkımlardan çok daha vahim bir durumda mıyız? Tartışılır.

Nasıl yaşlılar kendi sonları ile Dünya’nın sonunu eş tutuyorlarsa, insanlık da kendi sonunu Dünya’nın sonu zannetmeye eğilimli. Misal, küresel ısındırma geri döndürülemez eşiği aşsa ve yeryüzündeki canlı hayat ortadan kalksa, dünyanın değil olsa olsa canlılığın sonu gelmiş olur. Diyelim, Covid 19’dan çok daha bulaşıcı ve ölümcül bir pandemi ortaya çıksın. Etkene yönelik aşı geliştirilemese ve 8 küsür milyar insanın tümü ölse, Dünya ya da evren için bu yıkım hiçbir şey ifade etmez, canlılık öyle ya da böyle sürer. Belki bir kaç milyon yıl içinde yeni bir “akıllı” canlı türü evrimleşir ya da bir kaç milyar yıl boyunca bir daha hiç akıllı canlı türü evrimleşmez. Kendimizin ve evrenin farkında olan biziz, evren ise ne bizim ne de kendisinin farkında.

İnsanlık buzul çağından çıktı ve ne Dünya ne de insanlık yok olmadı. “Kara ölüm”, veba, Avrupa ve Asya’da neredeyse insan bırakmadı ama ardından Aydınlanma yeşerdi. Avrupa’da veba salgınlarının yol açtığı kıyım, iki dünya savaşının yıkımından daha büyüktü. İnsanlık devam etti. Ama her büyük yıkım başka türlü bir üretim ve bölüşüm, başka türlü bir yönetim ve insan anlayışını doğurdu. Söz ettiğim yaratıcı yıkım kavramı değil. Her şey karşıtıyla birlikte gelişiyor, her şey kendi karşıtını bağrında büyütüyor.

∗∗∗

Sormak istediğim soru şu: Çoğu “yaşlının” endişeyle gözlediği “yükselen faşizm”, gençleri de “yaşlılar” kadar korkutuyor mu? Yoksa yaşlıların endişelendikleri şeyi onlar bir tür “çıkış yolu, kurtuluş, hayatta kalma çaresi” olarak görüyor olabilirler mi?

“Yaklaşan felaket” senaryolarının gençlerde ve yaşlılarda yarattığı etkinin aynı olmasını bekleyemeyiz. Dünya’nın sonu geliyor senaryolarını yaklaşan kendi sonları ile eşleştirdikleri için yaşlıların karamsarlaşmaları ve çaresizlik hissetmeleri anlaşılabilir. Gençlerde ise aynı felaket senaryolarının neden olduğu karamsarlık çaresizliğe değil hayatta kalmanın yollarını arayışa ve olası bir “ölüm-kalım savaşına” hazırlığa evirilebilir. Geleceği belirsiz ve tekinsiz hisseden, iş, aş ve barınma güvencesi olmayan gençler çaresizce ölümü beklemezler. Hayatta kalmak için canlarını dişlerine takarak mücadele etmeye hazırlanırlar. Onlar için ilk elde önemli olan nasıl bir dünyada yaşadıkları değil, dünya nasıl olursa olsun hayatta kalmalarıdır. 

Yaşlılar da yaklaşan sonları ile dünyanın sonunu birleştirdikleri için aynı sonuca ulaşırlar. Dünya’ya ne olacağı umurumda değil, yeter ki ben “biraz daha” yaşayayım. Bazı yaşlıların kendi bakımlarını üstlenen çocuklarına yönelik bencillikleri çok benzer bir durumdur. Bakım veren çocuklarının yanlarından ayrılmasına tahammül edemezler ya, aynı akıl yürütme geçerlidir. “Ben nasılsa öleceğim, şimdi sadece bana baksın, kendi isteklerini ve hayatını ertelesin, çünkü onun daha çok zamanı var!”

∗∗∗

İşte solun, asıl olarak zor zamanlarda önemli olmasının nedeni de bu karmaşada yatar. Kaçınılmaz bir felaket yaklaşıyorsa nasıl hayatta kalırım sorusu aynı zamanda ahlaki bir sorudur ve sol tam da bu ahlak ihtiyacına verdiği yanıtla ayrışır. Yaşlılar, benim sonum Dünya’nın da sonu o yüzden Dünya’ya ne olacağı umurumda değil diye düşünürlerken, gençler, ben de Dünya da yaşamaya devam edeceğiz, Dünya’nın sonu gelmiyor, Dünya nasıl olursa olsun ben yeter ki yaşamaya devam edebileyim diye düşünürler.

Gençlerde kendi varkalımlarıyla insanlığın varkalımını aynılaştırma ve ayrıştırma potansiyeli vardır. Sol, bu potansiyeli “ben ve insanlık aynı” pratiğine dönüştüren ahlaki manivela işlevi görür. Sağ ise ahlakı dinselleştirerek, araçsallaştırır ve tüm insanlığın değil kendi gibi olanın varkalımı için kendinden olmayanı düşmanlaştırır.

Yazının değerini düşürecek belki ama Bahçeli’nin dünkü MHP kurultayında RTE’ye seslenişi de bu bağlama örnek maalesef...

Demem o ki gençleri faşizme çağıran kendi bekalarının peşine düşen yaşlılardır. Sol, “kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” derken, sağ “kurtulmak istiyorsan, önce dünyayı düşmanlarından temizle” der. Yaşlıların siyasi analiz ve öngörülerine kulak asmayın, gençlikten sağcılarsa zaten uzak durun, hele ki soldan dönmelerse arkanıza bile bakmadan uzaklaşın…