Siyasal islamcı zihniyetin yoksullara, gelecekte gelecek olan güç ve zenginlik için bugüne katlanmak zorundasın çağrısı nasıl olup da karşılık buluyor? Bu sorunun yanıtının yalnızca kitlenin telkine açık olması, gücünü lidere devretme, ona tabi olarak sorumluluktan kaçma eğilimi, sadakaya razı olma acizliği olmadığını anlamalıyız.

RTE, geçen hafta sonu Antakya’da yaptığı konuşmada sorunun asıl yanıtını verdi. “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa, o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay'a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı.”

Söylediği yeni bir şey değil bir yandan. Türkiye’deki sağ iktidarların genel yaklaşımından öte değil. Özal’da 1989 da benzer tehdit/ şantaj siyasetini uygulamıştı. 2019 Yerel Seçimleri öncesinde RTE aynı gözdağını yine vermişti. Dahası bu gözdağının blöf olmadığını da kanıtlamıştı. HDP’li belediyelere kayyum atadı, başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi olmak üzere diğer muhalif belediyelerin çalışmalarını da gücü yettiğince engelledi, hatta İzmir’e merkezi bütçeden zırnık koklatmadı.

Yine de Antakya’da yaptığı konuşma RTE ve siyasal islamcı zihniyetin “güç”le kurduğu ilişki biçimini göstermesi bakımından iyi bir örnek. Siyasal islamcılık, sağcılığın özündeki faşist aklın en açık seçik görünümü. Siyasal islamcının “ben ve benden olmayanlar” ayrımcılığı bir politik strateji değil, dünyayı görme/kavrama biçimi. Kendinden olmayanları rakip değil düşman, insan değil insan olmayan olarak görüyor.

∗∗

RTE’nin ağzından düşürmediği ve hoşgörü ve merhamet diye kibirlendiği “yaratılanı yaratandan ötürü severiz” sözü de bu bilincin yansıması. Ona kalsa sevmek ne kelime, yeryüzünden silip, kökünü kurutur da; yaratan yaratmış ya, hoşgörebildiğince merhamet etmeye çalışıyor işte! Ama bir yere kadar! Kendisine tabi olduğu, gücünü kabul ettiği, “O” ne veriyorsa razı geldiği, uslu bir çocuk gibi söz dinlediği sürece canını bağışlayabilir. Söz dinlemezse, itiraz ederse, hele bir de karşı gelirse o vakit “Allah yarattı demem…” gazabı devreye giriyor. Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek zorunda kalabilir ama kendinden olmayanı da derhal “katli vacip” listesine ekleyerek “yaratan adına” diye boğazlarken eli bile titremez.

Siyasal islamcı için deprem, kaderin cilvesi, tanrının imtihanı ya da gazabıdır. Kendinden olanlar için imtihandır o yüzden kendinden olanlara yardım götürerek kendi imtihanını da geçmeye çalışır. Kendinden olmayan için tanrının cezalandırmasıdır, yardım götürmeyerek cezalandırmaya müdahale etmez. Depremden sonra bölgeye öncelikle “din görevlilerinin” gönderilmesini, tarikat ve cemaatlerin fink atmasının önünün açılmasını bu bağlamda görmek gerekli.

Demem o ki, sadece gelecekte mutlaka gelecek olan kayıp cennet vaadiyle hizaya getirmiyor kitleyi; söz dinlemezse gazabıyla yerle bir edeceğini, enkaz altından gelen çığlıklara zerre huzursuz olmadan kulak asmayacağını da söylüyor. Bir yıldır soğukta, çamurda, yağmurda, cehennem sıcağında aç biilaç dayanmaya çalışan insanların gözünün içine baka baka, hem onlara ve hem de onlar üzerinden diğerlerine, siz de kimin sözünü dinleyeceğinize iyi karar verin, yoksa işte böyle “garip kalırsınız” diye sesleniyor.

Tam da bu zihniyet nedeniyle RTE’nin yerel seçim sürecinde şeriat çağrısı yapmaya başlamasını geçici bir seçim manevrası olarak görmek çok büyük bir aymazlık. RTE, iktidara geldiği ilk günden bu yana bu isteğini koruyor. Ülkeyi kendi bildiğince bir “şeriat” aracılığıyla yönetmek, kendisinin mülkü yapmak özlemini de hiç bir zaman saklamadı. Fırsatını bulduğu her zaman dile getirdi, zayıf düştüğü zamanlar ise dillendirmedi.

∗∗

Gezi tutsaklarının, Osman Kavala’nın, Selahattin Demirtaş’ın, sınıf arkadaşım Diyarbakır Belediye Başkanı sevgili Adnan Selçuk Mızraklı ve diğer tüm muhaliflerin tutsaklıklarının hukuksuz olduğuna itiraz etmekle kalanların düştüğü yanılgı da bu. Aynı şekilde Can Atalay’ın milletvekili seçilmesine rağmen, AYM kararına rağmen, tahliye edilmemesi; ardından milletvekilliğinin de düşürülmesine yapılacak tek itiraz kanuna aykırılık itirazı olmamalı. Tutsaklar RTE şeriatına göre tutsak, Antakya da RTE şeriatı uyarınca “garip” bırakıldı.

Türkiye, uygulamada, şimdilik, kısmen “şeriat” kurallarına göre mi yönetiliyor sorusuna ne yanıt vereceğiz? Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki uygulamalar yanıtı verebilmemizi kolaylaştırmıyor mu?

Gerçekçi bir politik mücadele içinde yaşadığımız gerçeğin ne olduğunu kavramakla mümkün olabilir. Muhalefetin seçim çalışmalarına, aday pazarlıklarına, ittifak çatlatmalarına, senin adayın benim adayım çekişmelerine bakınca iyimser olmak mümkün değil. Ama umut da karamsarlıkta ortaya çıktığında, yol gösteren bir duygu.