Algılarımız sadece formları ayırt etmek üzere ayarlandığından beri formları kesin sınırlarla birbirinden ayrılmış bütünlükler olarak algılama eğilimindeyiz. Mesela çoğumuz, insan ile hayvan arasında bir uçurumun, bir kopukluğun olduğu izlenimine sahip. Formları değil de aralarındaki dereceli geçişleri, sürekliliği algılayanları ise uygarlaşmamış olarak tanımlayan bir kültürün içindeyiz. Afrika’nın ücra bir köşesine yerlilerin algılarını sınamaya giden Batılı psikologlar, üç kişi arasında geçen, siyah beyaz bir film gösterir ve ardından onlara ne algıladıklarını sorarlar. Filmi seyredenler kişilerle, yani formlar ve aralarındaki ilişkilerle ilgilenmek yerine, ışık ve gölge arasındaki geçişlerle ilgilenmiş, haliyle uygarlık testinden geçememişlerdir. “Bizim algılarımız ise kişilere göre belirleniyor. Gözlerimiz bir şartlanmışlık içinde, gelip gideni, ortaya çıkan ve kaybolan kişileri arıyor” diyor Foucault. Formlar ve aralarındaki ilişkileri algılayabilmek, gelişmişliğin göstergesi. Uygar olmak ayık bir kafayı gerektirir, sersemlik ise uygar olmayanlara özgüdür. 

Ne diyordu Spinoza? “Bilinç doğal olarak bir yanılsamanın yeridir. Bilincin doğası öyledir ki, sonuçları ya da etkileri toplar ama nedenlerini bilmez.” Formlar sonuçlardır. Formları fark ederiz, fakat nedenlerinden habersiziz. Oysa formların arasında derece farkları, bin bir türlü geçiş, süreklilik vardır. Geçişleri ancak Leibniz’in “küçük algılar” dediği, bilincin dışında kalan algılarla duyumsayabiliriz. Leibniz der ki deniz kıyısında dalgaların gürültüsünü işitiyorsak, gürültüyü oluşturan küçük dalgaların, hatta her su damlacığının algısına da sahip olmamız gerekir. Denizin gürültüsü global bir algıdır, global bir algının ortaya çıkmasının nedeniyse küçük algılardır, fakat bilinçliysek bilinçdışı küçük algıları asla ayırt edemeyiz. Gündelik hayatta da şehri bir uğultu olarak deneyimleriz. Şehrin uğultusu, “insanların yürümesinden, koşmasından, tahtaların düşmesinden, makinelerin işlemesinden, atların yürümesinden, uzak çok uzak kaldırımları takırdatmasından, kim bilir daha nelerden, nelerden bir araya gelme, ne müthiş bir birikme mahsulü bir sestir” (Sait Faik). Ya da “açıktım” dediğimizde bedenimizdeki bir uğultuyu algılıyoruz demek ki. Oysa açlık, binlerce küçük açlıktan oluşmuştur, protein açlığından, tuz açlığından, yağ açlığından, mineral açlığından vesaire. “Küçük diferansiyeller bilinçli algının diferansiyelleridir ve bilinçli algı küçük algıların bütünleştirilmesidir” (Deleuze, Leibniz Üzerine Beş Ders, Kabalcı).

∗∗

Sonsuz sayıda küçük algı ve sonsuz sayıda küçük iştah. Leibniz’in bilinçdışı kuramı, Freud’unkinden çok farklıdır. Freud bilinçdışını bilinçle bir karşıtlık, çatışma içinde kavrarken, Leibniz için bilinçdışı ile bilinç arasında süreklilik vardır; bilinçli algı, küçük algıların sonsuzluğundan türemiştir. Mutluluğu ve hazzı formlarda arıyoruz, fakat ne yaparsak yapalım, asla mutlu olamıyoruz, hep tedirginiz. Global algılarımızı formlarla doyuruyoruz, fakat küçük algılar her yerde kaynaşıp durdukça tedirginliğimiz asla yatışmıyor. Bilincin çözülüp dağıldığı durumlar da vardır, küçük algıların bilincin kapılarını zorladığı ve bedeni işgal ettiği anlar. Böylesi anlarda küçük algılar bilinçdışı olmayı bırakmaz, aksine bilinçli olmayı bırakan bireydir. Yalnız Gezenin Düşleri’nde Rousseau, kafasına darbe alıp bayıldığını ve küçük algılar tarafından nasıl işgal edildiğini anlatmıştır. Sersemlik, makro dünyayı, formların dünyasını terk edip mikro dünyaya geçiştir ve bilincin dışarıda bıraktığı farklılıkları duyumsayabilmektir.

∗∗

Global algılara yenik düştüğümüzden beri bedenimizde nelerin olup bittiğini, bedenin gerçekten neye ihtiyacı olduğunu bilemiyoruz. Formların göklere çıkarıldığı bir kültürde bilinçli olmak, formları algılayabilme meselesidir. Oysa hayat küçük algılar ve küçük iştahlarla mikro düzeyde biçimlenir. Algılar politiktir ya da politik olan, algılarla ve algıların manipülasyonuyla inşa edilir. Gördüğünüz formlar sonuçlardır, bilincin yanılsamaları. Yanılsamadan ancak sersemlik halinde, küçük algıları duyumsamaya başladığınızda kurtulabilir, nedenlerin ayırdına varabilirsiniz. Ne olup bitiyorsa arada gerçekleşir. Sersemliğin meziyetlerini bir düşünün derim.