Almanya’da üç hafta sonra iki önemli eyalette seçim var ve sosyalistlerle sosyal demokratların bir bölümü hariç tüm taraflar işin kolayı buldu... Tartıştıkları konu göç, göçmenler, sığınmacılar... 
Uluslararası medyada abartılı bir biçimde “Avrupa’nın hasta adamı” ilan edilen bu ülkenin en önemli sorunu bu değil tabii ki. Ukrayna’daki savaştan dolayı yaşanan sanayinin ve tabii halkın tüketmek zorunda olduğu enerji fiyatlarındaki patlama, özellikle sağlık ve sosyal yardım sisteminde, hizmetler sektöründeki uzman işgücü sıkıntısı... Almanya’nın “Avrupa’nın hasta adamı” olduğu değerlendirmesi doğru değil tabii ki. Elbette ciddi sorunlar var. Tabii bu sorunlar çözülmez değil. Çözümleri de var.

Ancak anlaşılan politikacılar, özellikle siyasete uzak seçmen kitlelerinin oylarını alabilmek için bu sorunları ve çözümleri tartışmakla zaman kaybetmek istemiyorlar. Göçmenlerle daha doğrusu sığınmacılarla ilgili sorunları, olduğundan çok daha dramatik bir çerçevede gündeme getirerek (bunun adı bilindiği gibi “popülizm” oluyor) ve genelleştirerek ilermeyi tercih ediyorlar. Göç ve sığınma olgusunun ardındaki nedenleri tartışmayı, sorunlara bu perspektifle çözüm aramayı ise hiç önemsemiyorlar. Belki de bu tartışma sırasında ortaya çıkan ve kendilerini de bağlayan sorumluklardan uzak kalmayı tercih ediyorlar.

∗∗∗

Bunu yapanlar sadece muhalefet partileri değil...

Örneğin Aralık 2021’den beri iktidarda olan koalisyon hükümetinin küçük ortağı liberallerin (FDP – Hür Demokrat Parti) Sekreteri Bijan Djir-Sarai, Almanya’nın artık İtalya’dan sığınmacı almaması gerektiğini savunarak, ana muhalefetteki Hıristiyan Birlik ittifakının (CDU-CSU) son olarak “Göç politikasında Almanya paktı” (“Almanya’nın bu önemli sorunu karşısında parti çıkarlarını bir kenara bırakıp, ülkenin çıkarları için ortak davranma” çağrısıyla) çıkışına dolaylı da olsa destek çıktı. (meraklısına not: FDP adına konuşan bu milletvekili, Federal Meclis’teki göçmen kökenli politikacılardan, doğum yeri Tahran. Göçmen kökenli politikacılardan, göç konusunda “ilerici” çözümler bekleme döneminin artık geride kaldığının güncel bir örneği)

Hükümetin diğer ortakları da, yani sosyal demokratlar ve yeşiller de aynı sularda yüzüyorlar. Medyaya sızan haberlere göre Olaf Scholz hükümeti bu günlerde Almanya’dan sığınma hakkı isteyebilecek insanları ülkelerine göre biraz daha sınırlama konusunu tartışıyor. Buna göre “güvenli – yani hukuk devletinin yürürlükte olduğu anlamında – ülkeler”in listesine Gürcistan, Moldavya, Tunus, Cezayir ve Fas da eklenecek. Dolayısıyla bu ülkelerden gelen insanlara sığınma hakkı verilmemesi ve gelenlerin de en kısa zamanda sınırdışı edilerek, bu ülkelere geri “itilmesi” sözkonusu. Ayrıca bir yolunu bulup, Almanya’ya gelmiş ve “geçici” statüde bu ülkede yaşayan insanlara da nakit para yardımından vazgeçilmesi ve bunlara gereksinimlerinin malzeme olarak verilmesi görüşülüyor. Kişilerin ancak temel gereksinimlerini karşılayabilecek miktardaki birkaç yüz euroluk bu para yardımı, güya Almanya’ya gelmek isteyenler için çok “çekici”ymiş. Amaç bu durumun ortadan kaldırılması.

∗∗∗

Kuşkusuz Almanya’nın sığınmacılar konusunda ciddi sorunları var ve tuhaf da olsa bu “çekicilik” faktörü bazı insanlar için geçerli. Sorunlar var... Çünkü özellikle 2015’teki büyük dalgayla birlikte gelenler arasından ciddi sayıda “sığınma hakkı”nı istismar eden bireyler çıktı. Teröristler, ellerinde bıçak sokak ortasında rastgele insanlara saldırıp, cana kıyan “canavarlar” (büyük kısmı psikiyatrik vaka), kendilerine yardımcı olmaya, arkadaşlık kurmaya çalışan genç kız ve kadınlara ilk fırsatta tecavüz eden ırz düşmanları (toplu tecavüz olayları da oldu), Almanya’daki demokratik hukuk sistemine yapıcı eleştiride bulunmaktansa, yıkıp yerine şeriat devleti kurmayı hedefleyenler (tabii kendi ülkeleri için de bunu özlüyorlar), kendi aralarında ortamı uygun bulduklarında “Hitler’e olan hayranlıkları”nı dillendirenler... 

Evet bunlar oldu ve oluyor. Ama bütün bunların failleri tek tek bireyler. Almanya’daki hukuk devleti – zor da olsa – bütün bunlarla gerektiği gibi mücadele edebilir. 

Tabii başta Bild gazetesi olmak üzere ana akım medyanın umrunda değil bu durum. Tek tek her bir olayla, bireyle ilgili yayınları “kampanya” boyutunda işleyerek, kamuoyunda göç ve göçmenlere karşı algı yaratıyorlar. İktidardaki hükümet de bu algıya karşı direnemiyor. “Sağ ve aşırı sağ daha da güçlenmesin!” diyerek, yukarıdaki gibi onların gündeme getirdiği sertlik politikalarını kendi çözümleri içinde almayı içlerine sindiriyorlar. Elbette buna rağmen bir bütün olarak federal hükümetin ve özellikle de onu oluşturan partilerden SPD ile Yeşiller’in (liberal ortak FDP adı üstünde liberaldir ve bu konulardaki tavrı her zaman tartışmalıdır) geleneksel ırkçılık karşıtı, anti-faşist özünün halen geçerli olduğunu kabul etmek gerekiyor.

Hükümetin bu konudaki önerileri merkez ve aşırı sağdan oluşan muhalefet için tabii ki yeterli değil. Son olarak gündeme getirdikleri “Göç politikasında Almanya paktı” hükümetin gündemindeki önlemlerden çok daha fazlasını içeriyor. Örneğin, Afganistan’daki hezimetlerinin ardından orada kaldıkları dönemde Alman askeri birlikleri için tercümanlık gibi işlerde çalıştırılan ve şimdi Taliban yönetiminin insafına bırakılan birkaç yüz kişiyle, ailelerinin Almanya’ya alınmasını öngören planlara bile karşılar. En önemlisi de Almanya’ya gelebilecek sığınmacıların sayısına bir “üst sınır” getirilmesini öneriyorlar.

Bu tartışma CDU-CSU’nun büyük ortak olduğu geçmiş Merkel hükümetleri dönemlerinde de zaman zaman gündeme getiriliyordu. Her fırsatta “Almanya’nın en büyük sorunu göç” diyen hükümetin CSU’lu (Hıristiyan Sosyal Birlik) İçişleri Bakanı, ülkeye gelebilecek sığınmacılara sayısal sınır konulmasını istiyordu. Ve CDU’lu (Hıristiyan Demokrat Birlik) Başbakan Merkel ise buna ilkesel olarak ve açıkça karşı çıkıyordu. Gerekçesi de şöyleydi: “Sığınma hakkı, Almanya’nın anayasasında olan bir temel insan hakkıdır. Herkesin sığınma başvurusunda bulunmaya hakkı vardır!”

∗∗∗

Sonunda Merkel’in dediği oldu. Bu tartışma bitti. Ancak Merkel’in “ilkesel” olarak karşı çıktığı sınır, pratikte hem de daha sıkı bir biçimde uygulandı. 

Türkiye’yle Avrupa’ya gelen sığınmacıları durdurmak için anlaştı. Ondan sonra da Almanya’ya gelen sığınmacıların sayısı hiç bir zaman bu tartışma dönemindeki kadar yüksek olmadı. Tabii bunun bedeli Merkel için ağır oldu.

Tarihe “sığınmacı hakkı”nı her koşulda savunan demokrat politikacı olarak değil de, kendisini Yıldız Sarayı’nda Erdoğan’la birlikte şatafatlı tahta oturmuş olarak gösteren fotoğrafla geçti...

Ve kendi sağındakilere yine de yaranamadı. Ondan sonra partisi CDU’yu ele geçirenler, başta “Almanya’nın Trump”ı olarak kabul edilen Genel Başkan Friedrich Merz olmak üzere, Merkel dönemini aratan politikalarıyla Almanya’da yeniden iktidara yürüyorlar.

Ve verdikleri sözlerden dönerek, aşırı sağcı parti AfD’yle (Almanya için Alternatif) de işbirliğine de hazırlanıyorlar.