RTE-akpmhp bloku, 31 Mart Yerel Seçimleri’ni, Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri’nin 3. turu gibi göstermeye çalışıyor. Mayıs 2023 seçimi geri püskürttüğü, kendisine yönelik “seçim görünümlü bir darbe girişimiymiş”, şimdi de daha büyük bir zafer için karşı saldırıya geçiyormuşçasına bir söylem inşa ediyor. RTE özellikle “İstanbul’u kurtaracağız”  sözünü dilinden düşürmüyor. Yerel seçimlerde RTE’nin adaylardan daha öne çıkması, adayların vasatlığından daha çok seçim kampanyasının bu karşı saldırı stratejisi üzerine kurulmasından kaynaklanıyor.

Mayıs 2023 seçimlerine giderken RTE-akpmhp blokunun seçimleri kaybedeceğine duyulan inanç çok yaygındı. Muhalefet, içinde yaşadığı çok ağır ekonomik koşullara toplumun itiraz edeceğine emindi. Demirel’in “boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” sözü hemen herkesin dilindeydi. Üstelik Şubat depreminde yıkılan 10 il, elli bini aşkın ölü ve kayıp, zamanında yardım gönderilememesi, beceriksiz kurtarma gayretleri ve tüm bunların yarattığı çaresizlik ve öfkenin de iktidarı devireceği düşünülüyordu.

Bu acılı, somut ve gerçek durum iktidarı yerinden edemedi. Muhalefet, kendisinin de beklemediği, yenilgisinin şaşkınlığıyla birbirine düştü. Seçmenler muhalefetin yöneticilerine saldırdı, yöneticiler de birbirlerine. Ortaya çıkan hayal kırıklığı, çözülmekte olan orta sınıfın, iktidara oy veren yoksullara yönelttiği “beter olun” öfkesine yol açtı. Muhalif seçmenler arasında “bir daha sandığa gitmeme, bir daha oy vermeme” söylemi yaygınlaştı.

Üç ana muhalefet partisi, üç farklı yöne savruldu. İyi Parti, “ittifak”tan koptu ve yenilginin sorumluluğunu “sola yanaşma!” stratejisine bağlayarak, bir tür, “bükemediğin bileği öp” hissiyle sağcı özüne döndüğünü göstermeye çalışıyor. Akşener’in RTE sonrasında söz sahibi olmak için RTE ile kavga etmemek gerektiği çıkarımına vardığı anlaşılıyor. HDP-DEM ise, “Türkiye partisi” olma stratejisinden “kimlik partisi” olma stratejisine dönme kararı vermişe benziyor. Her zamanki gibi, en büyük kargaşa/beceriksizlik ise CHP’de oldu. CHP yönetimi ve yönetici olma süreci öylesine karmaşık bir düğüm halinde, ilişkiler o kadar iç içe geçmiş ki, değişim bile ancak aynı parçaların farklı şekilde dizimi kadar olabiliyor. CHP’de gerçek değişim, ancak “Genel Merkez”in çaycısından, kedisi Şero’ya kadar değişirse mümkün olabilecek gibi görünüyor.

Yerel seçim kampanya sürecinde muhalefetin ideolojik perişanlığı ile iktidarın “yeniden fetih” stratejisi karşı karşıya gelmiş durumda. İktidarın “yeniden fetih” stratejisinin rıza üretme potansiyelinin ve oy kazandırma gücünün iş işten geçmeden muhalefetçe anlaşılması gerekli, hatta zorunlu.

Siyasal İslamcılık iktidarına rıza üretmek için ama tatlı dille, ama zorla topluma bir fantezi benimsetiyor. “Bugünü unutturma!” Bu fantezi siyasal İslamcılığa özgü değil, faşizmin her türünün özü. Faşist zihniyetin bu kalıbı siyasal İslam’a din ve milliyetçilikten çok daha cuk oturuyor. Din ve milliyetçilikse katalizör olarak zihniyetin gücüne güç katıyor.

Siyasal İslamcılık sıradan insana şu çağrıyı yapıyor: “Uzak” geçmişte kalan güç ve zenginliğin, bir takım “hainlerin” hatalarıyla elinden çalındı ama “uzak” gelecekte zaten senin olan o güç ve zenginliğin yeniden sahibi olacaksın. Bu mesajın, “bolluk içinde mutlu mesut yaşadığı cennetten bir kadın yüzünden işlediği günah nedeniyle kovulan ve iyi bir kul olursa yeniden cennete gidecek olan insan” kavramıyla ortaklığı apaçık. Çektiği çilenin uzak gelecekteki bolluğu garantileyeceğine olan inanç, hangi çaresizliği katlanılır kılmaz ki insan için?

RTE’nin iktidara geldiğinden bu yana hep uzak gelecek hedefleri koyması ve o gelecek geldiğinde de biraz daha uzak bir geleceği işaret etmesi bugünü unutturma çabasının eseri. İki binlerin başında Hedef 2023, Hedef 2071 gibi uzak olan hedefler, şimdi Hedef 2030, Hedef 2071 gibi daha uzak hedefler olarak güncellendi. Her güncellemede bugüne dair söylenen tek söz, bugün dünden daha iyi ama uzak gelecek daha da iyisi, en iyisi olacak!

Ama bu ülkenin insanlarını bu akıl tutulmasından çıkarmanın kolay olmadığı gerçeğini de kabullenmemiz gerek. Zira bu toplum, yüzyıllar boyunca olduğu gibi son 100 yılın da sadece AKP’li çeyreğinde değil, 1923-1950 arası çok kısa bir dönemin bir bölümü dışında, hep bu zihniyeti pompalayan iktidarlarca yönetildi.

Üstelik “burada ve şimdi”ye odaklan diyen kapitalizmin gazabı altında yaşayan insanları, uzak gelecekteki bir umuda tutunarak bugünün yokluklarına katlanmak zorunda olmadıklarına ikna etmek de hiç kolay değil. Ama zor da olsa, bir yol olmalı; devrimci bir yol. Haftaya devam edeceğim.