Seksenlerin sonu her olguyu nostalji (geçmişe özlem) kavramı ile açıklama çabasıyla geçmişti. Doksanlarla başlayan ve hala etkisini sürdüren kavram ise “apolitik toplum” oldu. Sitemkar bir tonda söylendiğinde daha da vurucu olduğu düşünülürdü. Gezi İsyanında kısa süreli olsa da “aa gençler apolitik değilmiş” şaşkınlığı yaşandıysa da son seçimlerle “bu millet/ toplum adam olmaza” yerini hemen bırakıverdi.

Toplum apolitik saptaması, tıpkı toplum dinselleşti gibi gerçeği çarpıtan ve toplumu oluşturan tekil insanların politik mücadeleye dahil olmalarını engelleyen bir önerme. Sanki toplum bir özneymiş ve etkin olarak ne yapacağına karar verirmiş demeye getiriyor.

Oysa her iki kavramı siyasetsizleştirme ve dinselleştirme olarak tanımlamamız gerekli.

Eğer çocuğunuzu devlet okuluna yazdırmaya kalktığınızda Milli Eğitim Bakanlığı sistemi kaydı otomatik olarak İmam hatip Okulu olarak yapıyorsa, dinselleşme değil dinselleştirmeye maruz kalıyorsunuzdur. Tıpkı taze Bakanın kız okulu açalım ki veliler kızlarını okula göndersinler çarpıtması gibi. Temel eğitimde kız okulu açıldığında sistem kız çocuğunun kaydını otomatik olarak o okula yapacak ve diğer okul da dolaylı olarak erkek okulu olacak. Dahası her şeye rağmen çocuğunu karma okula kaydettirmek isteyen kız çocuğu velileri, sanki kendi kızlarını bile isteye erkekler arasına sokanlar olarak damgalanma kaygısı yaşayacaklar. Ardından da bakın toplum karma eğitim istemiyor denilerek okullarda cinsiyet ayrımı yaygınlaştırılacak. Komplo teorisi değil bu hal somut bir strateji.

***

Peki siyasetsizleştirme süreci nasıl işledi? Her zamanki gibi Türkiye’ye özgü değil, bizden önce Güney Amerika ülkelerinde işlemişti. Oralardaki askeri darbelerin de bizden önce gerçekleştirildiğini biliyorsunuz. Askeri Darbe yap, faşist bir cunta iktidarı gasp etsin; devrimciler ve sosyalistleri kıyımdan geçir, öldüremediklerini cezaevlerinde onlarca yıl işkenceli mahpusluklarda tut, kaçabilen sürgüne gitsin; sendikasızlaştır, dernekleri kapat, insanlara kimlik dışında hiç bir politik talep için örgütlenme izni verme, örgüt sözcüğünün bizatihi kendisini tehlikeli bir suçmuş gibi kodla. Hak ve özgürlükleri o kadar aşağıya çek ve kısıtla ki, ses çıkarabilenler ancak yarım yamalak bir demokrasi talebinden başka bir şey isteyemez hale gelsinler. Esnek ve güvencesiz çalışmaya zorla, sağlık ve eğitimi kamu hizmeti olmaktan çıkar, vatandaştan alınan vergiyle yapılan yolları paralı yap ve bununla da öğün. Hukuk sistemini sürekli değersizleştir ve iktidarın açık bekçisi haline getir. Siyasi Partiler Yasasını, bireylerin siyasal partilerde örgütlenip, mahalleden merkeze doğru seçilerek siyaset yapmalarını engelleyecek şekilde biçimlendir ve %10 barajı ile uzun yıllar boyunca sistemi iki üç partinin barajı aşabileceği şekilde düzenle. Ardından yasanın çevresinden dolanılmasına izin veriyormuş gibi yaparak partileri ittifak kurmaya zorla. İttifak sistemi dahil olan hiç bir yapının kendi özgün programını koruyamadığı ideolojisiz birliklere dönsün.

Sonra da nasıl oluyor da böylesi bir krizde bile 20 yıllık çürümüş iktidar bu oyu alabiliyor diye bir birini ye. Öyle bir sistem ki, sana oy veren seçmen bu bir birini yeme kavgasına bile dahil olamasın. Sadece çaresizce seyretmek zorunda kalsın.

***

Tarih belki tekerrür etmiyordur ama tarihin sıkışıp kaldığı, zamanın durduğu dönemler olabilir. İster patinaj yaptığı deyin ister kısır döngüye düşmüş diye düşünün. Ama en azından 2010 Referandumundan bu yana Türkiye’ de yapılan seçimlerde, Kürt oyları da dahil, seçmen oy davranışları ile Faşist cuntanın 1982 Anayasa Referandumuna oy veren seçmen davranışının üç aşağı beş yukarı aynı olup olmadığını tartışmalıyız.

Türkiye toplumu 1980 darbesi ve 1982 referandumu ile siyasetsizleştirildi. Yıllar içinde yapılan bir kaç makyaj dışında sokaktaki insanın siyasal alana dahil olması, söz hakkı olması ve özgür iradesiyle oy vermesinin önü kesildi. Liseden bu yana bir birimizi bildiğimiz bir doktor arkadaşım var. Bir sohbet sırasında siyasal alanın aktörlerinin vasatlıkları, eğitimsizlikleri üzerine konuşurken, “çok yanlış yaptık, siyasetle ilgilenmedik, okulumuzu okuyup, mesleğimizi hakkıyla yaparsak üzerimize düşeni yapmış olacağımızı sanmışız” demişti. Arkadaşım kabahati kendinde buluyordu ama Nazım’ın dediğince, kabahatin çok çok azının kendinde olduğunun farkında değildi.

Bireyleri siyasete dahil etmenin yolları gökten zembille inmeyecek, bıçak kemiğe dayandığında ortaya çıkacak isyankar siyasal mücadele ise örgütlü ve amaçlı olmadığında şimdiki zamanın faşizminin önünü açma tehlikesi taşıyacak.

Sosyalistler, çözüm stratejilerini geçmişte aramazlar. Geçmiş üzerine basıp sıçranılacak bir zıplama tahtası sadece.

Nasıl Fatsa, Kızıldere’yi kapsayıp aşan bir devrimci sıçrayıştıysa şimdi de Fatsa’yı kapsayıp aşan ve fakat Fatsa’yı tekrar etmeyen bir mücadele stratejisine ihtiyacımız var.