“Dünya Kupasını kazanmak yeryüzünün en güzel kadınını elde etmek gibidir; ancak ona nasıl davranacağınızı bilmeniz gerekir...”

“Dünya Kupasını kazanmak yeryüzünün en güzel kadınını elde etmek gibidir; ancak ona nasıl davranacağınızı bilmeniz gerekir...”

Socrates...

Uğur Vardan’ın bir yazısında okumuştum, “Birçoğumuz hayatını dünya kupalarına bakarak ölçer,” cümlesini…

O cümleden devamla…

1982 senesinin yazıydı. TED Ankara Koleji günleri artık hayli geride kalmış; evimden, şehrimden, arkadaşlarımdan uzaklarda, İngiltere’de üniversite telaşındaydım. Henüz baharın başlarında, Arjantin’in Falkland adasını işgal etmesiyle başlayan gerginlik İngiltere’de büyük infaal uyandırmış, kısa sürede iki tarafın da açıkça deklare etmediği bir savaşa dönüşmüştü. İngiliz gazeteleri büyük puntolarla savaş başlıkları atarken, iki taraftan bine yakın askerin hayatını kaybettiği savaş Haziran ayında sona erdi. Savaşın sona ermesiyle futbol tutkunu İngilizlerin dikkati, o sene İspanya’da oynanacak Dünya Kupasına çevrilmişti. En son kupayı 1966’da kazanan İngiltere, teknik direktör Ron Grenwood’un liderliğinde hiç de yabana atılmayacak bir kadroya sahipti. Kalesinde Peter Shilton, savunmada Terry Butcher, Viv Anderson, orta sahada Bryan Robson, Glenn Hoddle, ileride Kevin Keegan, Paul Mariner, Trevor Francis gibi yıldızlarla bir Dünya Kupasına daha kazanma umuduyla gidiyor; o yıllarda Avrupa sahalarında fırtına gibi esen İngiliz takımlarının başarısı bu kez milli takımdan bekleniyordu. Bizim milli takım ise her zamanki gibi yokları oynuyordu! Alışmıştık nasılsa dünyanın en görkemli futbol şölenlerine dışardan bakmaya. İşin ilginç yanı, son iki kupanın finalisti Hollanda da tıpkı bizim ulusal takım gibi kupaya katılamamıştı…

***

İlk turu grup lideri olarak bitiren İngiltere, ikinci turda eve dönmek zorunda kaldı. Ada basını bir kez daha hüsranla sonuçlanan maceraya ağıt yakarken, o turnuvanın en keyif veren takımı Eder, Falcao, Serginho, Junior, Zico, Oscar’lı kadrosuyla Brezilya’ydı. Futbol tarihini yazan kitaplara, “Dünya Kupasını kazanamamış en iyi takım” olarak geçen o takımın kaptanlığını yapan uzun boylu, ince yapılı, sakallı futbolcu o turnuvanın yıldızlarındandı...

19 Şubat 1954 tarihinde Brezilya’nın Belem do Para şehrinde yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Eğitim düzeyi yüksek olmamasına rağmen okumaya, bilhassa Yunan mitolojisine meraklı babası ona “Socrates” adını vermiş, diğer iki kardeşi de “Sofocles” ve “Sostenes” adlarını almıştı. Henüz 10 yaşında, ülkesinde yaşanan askeri darbenin tüm acılarına şahit olan Sokrates, ilerleyen yıllarda ülkesinde yaşanan tüm sosyal adaletsizliklere karşı duran bir önder olarak nam saldı. Yaşamında onu en çok etkileyen üç insanın John Lennon, Che Guevara ve Fidel Castro olması da boşuna değildi elbet.

Profesyonel futbol hayatına 1974 senesinde Botafogo takımında başlayan zarif orta saha oyuncusu, 1978 senesine kadar bu takımda forma giyecek, sonrasında Corinthians takımına transfer olacaktı. Sokrates, o yıllarda “Corinthians Demokrasi Hareketi”nin kurucuları arasında yer alırken, ülkede yaşanan baskıcı rejime karşı duruyor; onun oynadığı dönemlerde Corinthians takımı sahaya askeri yönetimi kızdıracak pankartlarla çıkıyordu.

.***

Brezilya, 1982 Dünya Kupasına İtalya ile oynadığı belki de kupa tarihinin en çekişmeli maçı sonrasında 3-2 yenilerek turnuvaya veda ederken, ilerleyen yıllarda futbolseverler kazanan

takımı değil, kaybedeni hatırlayacaktı. Belki futbolu bize bu kadar sevdiren de kaybetmenin de bazen güzel olduğunu bize o takımın hatırlatmış olmasıydı. Yine bu yüzden, futbol belleklerimizde o maçta hat-trick yapan Paulo Rossi’nin kaba saba İtalya’sı değil de, bize futbolun güzelliklerini, estetiğini, yaratıcılığını sevdiren o mükemmel takımın Zico, Socrates, Falcao, Eder’li kadrosu kaldı…

O kupanın finalinde, kaptanlığını Dino Zoff’un yaptığı İtalya, Almanya’yı 3–1 yenerek kupayı kazansa da, o sakallı karizmatik orta saha oyuncusunun önderliğindeki Brezilya Milli Takımı hiç unutulmadı. Sizi bilemem ama ben sonraki yıllarda oynanan dünya kupalarında Brezilya’yı izlerken, hep 1982 Dünya Kupasındaki takımın futbol felsefesini bekledim nafile bir umutla. Ama olmadı! O yüzden kupayı kazanamamış olsa da, o takımı izlemeyi şimdinin kazanan Brezilya’sına tercih ettim.

Çünkü itiraf ediyorum, ben futbolun en görkemli şölenini o takımla izledim; futbolu o takımla sevdim...

***

297 maçta 172 gol kaydettigi Corinthians kariyerini 1984 yılında noktaladıktan sonra bir sezon Fiorentina’da ve 1986–1987 sezonunda Flamengo’da futbol oynadı. 1988–1989 sezonunda Santos, sonrasında Botafogo-SP takımlarında kısa süre forma giydi. Futbolu bıraktıktan on sene sonra, 2004 senesinde İngiltere’nin kuzeyinde yer alan Garforth kasabasının takımında, amatör küme maçında Tadcaster Albiona takımına karşı yer aldı.

Anlattığına göre, çocuklara futbolu sevdirme amacıyla kısa süreliğine geldiği futbolun beşiğinde medyanın ısrarlarına dayanamamış, 50 yaşında tekrar yeşil sahalarda boy göstermişti.

Futbol oynadığı yıllarda tıp eğitimi görmüş; parlak kariyeri sonrasında diplomalı bir doktor olarak sporcu sağlığıyla uğraşan bir klinik kurmuş; liderlik ve sosyal ilişkiler üzerine seminerler vermiş; gazetelerde makaleleri yayınlanmıştı. 2004 senesinin Mart ayında “World Soccer” tarafından futbol tarihinin en iyi 100 futbolcusu arasında gösterildi.

***

Geçen Pazar, hayatına kendi elleri ile son veren Gary Speed’in hikâyesini yazmıştım...

O yazıdan kısa süre sonra, bu sefer uzaklardan içimizi acıtan bir ölüm haberi daha geldi. Yaz aylarında sindirim sistemindeki kanama nedeniyle yoğun bakımda kalan, sonrasında yeniden hastaneye kaldırılan Brezilyalı efsane 4 Aralık 2011 tarihinde, Sao Paulo’daki Albert Einstein Hastanesinde 57 yaşında hayatını kaybetti.

Yaşamı boyunca sigara ve içki alışkanlığını gizlemeyen, hatta devre arasında soyunma odasında dahi sigara yaktığı rivayet edilen doktor, filozof, futbolcu geride altı çocuk ve arkasından ağlayan bir ulus bıraktı. Benim neslime dünya kupalarını sevdiren, Dünya Kupasını kazanamamış en iyi takımın kaptanı aramızdan çok erken ayrıldı…

Brasileiro Sampaio de Souza Vieira de Oliveira Sócrates…

Mekânın cennet olsun…