Almanya’da güvenlikle ilgili bürokrasinin temsilcilerine ya da sağcılara bakılırsa ülke ağır bir şiddet tehlikesiyle karşı karşıya. Gün geçmiyor ki ana akım medyada her an şiddet eylemlerine hazır vaziyette bekleyen “çevreci teröristler“e ilişkin fırsat kolluyorlar haberleri çıkmasın. Son günlerde bunlara bir de yüzme havuzlarını terörize eden “göç kökenli, şiddete yatkın“ gençler eklendi. Dolayısıyla hem politikacılar, hem de ana akım medya hep bir ağızdan bu tehlikeleri önlemek için polisin ve yargının daha sıkı önlemlerle devreye girmesini, devletin de bunlara yönelik sert önlemlerin önüne “hukuk“ ve “demokrasi“ gerekçeleriyle engel çıkarmaması gerektiğini savunuyorlar.

Bu gerici koronun öncelikli hedefi “Son Jenerasyon" adı altında faaliyet gösteren çevreci gruplar hedefi oldu. Bunlar doğrudan insanlara zarar vermeyen, sadece yaşanan iklim krizi konusunda duyarlılık yaratmak için kendilerini yollara yapıştırmak, müzelerdeki eserlerin üzerlerine boya atmak (tabii bu boyalar eserlere zarar vermeyen malzemeden oluşuyor) gibi eylemleriyle biliniyor. Bazen şehir içi ya da şehirlerarası trafiğin saatlerce tıkanmasına neden olan bu eylemciler, Almanya’da 70’li-90’lı yıllarda etkili olan şehir gerillasını temel mücadele biçimi olarak yürüten RAF’a (Kızıl Ordu Fraksiyonu) benzetip, “İklim-RAF’ı" olarak isimlendirerek kriminalize ediliyor.

KARA PROPAGANDA DEVREDE

Bu konudaki kampanya öylesine başarılı oldu ki sonunda sağcı partilerden CSU’nun (Hıristiyan Sosyal Birlik) iktidarda olduğu Bavyera eyaletinin başsavcısı, sadece kendi eyaletinde değil, tüm ülke çapında “Son Jenerasyon" üyelerinin evlerine ve işyerlerine polis baskınları yaptırdı. Tabii grubun terör eylemleri plandığına dair bir ipucu filan çıkmadı bu baskınlardan, çünkü terörist değiller. Ama bu arada bilgisayarlarındaki, telefonlarındaki bilgilerine, bağış yoluyla biriktirdikleri paralarına da el konuldu.

Tabii ki bu girişimler “radikal çevreci“ hareketi geniş halk kitleleri nezdindeki prestijini olumsuz etkiyor, ancak taraftarlarının ise davalarına daha da bağlanmalarına, daha da aktifleşmelerine yol açıyor. Karayollarındaki araç trafiğini bloke etme hedefli eylemlerine ara verdikten sonra “2023 yaz planı“ adını verdikleri yeni eylemleri başlatacaklarını, iklim felaketinin ilk etaptaki sorumlusunun “zenginler“ olduğunu vurgulayarak, bu eylemlerin onları hedefleyeceğini açıklamışlardı. 

Hükümetin “süper zenginlerin gün be gün yaşam temellerimizi tahrip etmelerine izin verdiği“ni belirten çevreciler, yeni eylemlerin “modern zenginliğin sembollerine“ hedefleyeceğini ve “zenginlerin neden olduğu sorumsuz israflara dikkat çekeceklerini“ duyurmuşlardı. Havalimanlarındaki trafiği engelleyen son eylemleri muhtemelen bu planın bir parçası. Tabii havalimanlarının sadece “lüks tatil“ yapan zenginlerin değil, bir yıl boyunca çalıştıktan sonra hakettiği izine gitmeyi planlayan sıradan insanların, memleketlerini, akrabalarını ziyaret etmek isteyen insanların da hizmetinde olduğunu dikkate almayan bu eylemlerin arkasında ciddi bir “hesap hatası“ olduğu görülüyor.

FATURA GÖÇMENLERE VE ÇEVRECİLERE

Bu arada son yıllarda her yaz mevsimde olduğu gibi “havuz terörü" yaygarası başladı. Gruplar halinde bu havuzlara giden, buralardaki kadın ve kızları rahatsız eden, kavga çıkaran çoğunluğu Arap kökenli gençlerle ilgili haberler, günlerdir abartılı olarak manşetlere taşınıyor.

Doğru, böyle olaylar oluyor ve karşı cinse, farklı kültürlere saygısız “maço" davranışlı, çoğu göçmen ya da sığınmacı gençlerin ciddi bir sorun olduğunu ve bunlara karşı önlemler alınması gerektiğini – ki mevcut yasalar elbette bunları içeriyor - kabul etmek gerekiyor. Ancak medyadaki kampanyadan “sanki ülkedeki tüm havuzlarda sorun yaşandığı, yetkililerin bu sorunlar karşısında çözümsüz kaldığı ve çareyi havuzları kapatmakta bulduğu“ mesajı çıkıyor.

Tabii bunu sağcı politikacıların bu konudaki yaygaraları takip ediyor. Ana muhalefet partisi CDU’nun (Hıristiyan Demokrat Birlik) popülist genel başkanı Friedrich Merz’in başlattığı “maço kültürle savaş“ tartışması, partinin yeni genel sekreterinin “Havuzlarda olay çıkaranlar, aynı gün mahkeme karşısına çıkıralıp, cezalandırılsın!“ çağrısıyla siyasi gündemin tepesine oturdu. O’nu da yine CDU yönetiminden bir diğer politikacının “anayasadaki bireysel siyasal sığınma hakkının iptal edilmesi“ önerisi takip etti. 

Tabii ki hükümetteki sosyal demokrat, yeşil ve liberal koalisyon bunlara karşı çıkıyor. Demokrasiden yana güçler de...

Bütün bunlar merkez sağı belki biraz daha güçlendiriyor, ama esas olarak son zamanlardaki kamuoyu yoklamalarında yüzde 20’leri bularak, ülkenin ikinci siyasi gücü konumuna gelen parti AfD’nin (Almanya için Alternatif) işine yarıyor.