Bundan 75 yıl önce, 7 Temmuz 1948 günü dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından hazırlanan bir yasa çıkarıldı. “Harika Çocuklar Yasası” olarak bilinen bu yasa İdil Biret ve Suna Kan için özel olarak hazırlanmıştı. 5245 sayılı bu yasanın kitaptaki adı "İdil Biret ve Suna Kan’ın yabancı memleketlere müzik tahsiline gönderilmesine dair kanun” idi. Yasanın en büyük destekçisi dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü oldu. 

Yasanın çıkmasından iki buçuk yıl sonra, İdil 7 yaşında ve Suna 12 yaşında iken, Fransa'ya Paris Konservatuvarı'nda eğitim görmek üzere gönderildi. Yasaya göre, devlet tarafından 16 yaşına kadar tüm masrafları karşılanan ve anne-babaları da devlet tarafından desteklenen bu iki yetenekli çocuk, eğitimlerinin ardından dünyanın önde gelen müzisyenleri arasında yerlerini aldı.

Yasanın kapsamı 1956 yılında çıkarılan 6660 sayılı yasa ile genişletildi; yeni yasanın adı “Güzel Sanatlarda Fevkalade İstidat Gösteren Çocukların Devlet Tarafından Yetiştirilmesi Hakkında Kanun” oldu. Bu yasaya göre Güzel Sanatlar Müdürlüğü’ne bir dilekçe ile başvuran adaylar, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı 10 kişilik bir komisyon tarafından imtihan edilecekler ve olağanüstü yetenekte oldukları saptanırsa yurt dışına gönderileceklerdi. Ayrıca artık sadece müzik alanında değil, güzel sanatların tüm dallarında yetenekli çocuklar yasadan yararlanacaktı. Müzik alanında başvuracakların 12, güzel sanatlar alanında başvuracakların 14 yaşın altında olması gerekiyordu.1968’den sonra Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı bir komisyon oluşturmadı ve yasa işlemez hale geldi.

Yasanın uygulanmaması üzerine Mithat Fenmen ve İlhan Baran yeni bir model geliştirdiler. Bu modele göre, 1976 yılında özel yetenekli çocuklar için "özel statü" yönetmeliği oluşturuldu, böylece bu öğrenciler Devlet Konservatuvarı'nda yoğun ve hızlı bir müzik eğitimi alma imkânına kavuştu. Özel statü kapsamında eğitim alarak konservatuvarın yüksek bölümünü tamamlayan bazı gençler, çeşitli burslarla yurt dışına gönderildi.

Özel statüden ilk yararlananlar arasında Oya Ünler (piyano) ve Burçin Büke (piyano) yer aldı. 1986-1987 döneminde özel statüden mezun olan Şölen Dikener (viyolonsel), Fazıl Say (piyano), Muhiddin Dürrüoğlu-Demiriz (piyano), Yeşim Alkaya (piyano), Çağlayan Ünal (viyolonsel), Ertan Torgul (keman), Özgür Balkız (keman) ve Çağıl Yücelen (keman) gibi sanatçılar da listeye eklenerek yurt dışına gönderildi. Ancak bu başarılı dönemden sonra yasa tekrar uygulanmamaya başladı.

***

İlk harika çocuklarımızdan Suna Kan, 1936 yılında Adana’da doğdu. Babası, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Viyola sanatçısı Nuri Kan’dır. Beş yaşındayken babasından keman öğrenmeye başlayan Kan, daha sonra aile dostları Hulusi Karsel’den keman dersleri aldı. Ankara Devlet Konservatuvarı sınavlarını kazanan Kan, bu okulda Avusturyalı eğitimci Walter Gerhardt ile başladığı temel keman öğrenimini İzzet Nezih Albayrak ve Gilbert Back ile sürdürdü; son olarak Liko Amar ile çağdaş müzik eserleri çalıştı.

Yukarıda sözünü ettiğim yasanın çıkmasından bir süre sonra ailesiyle birlikte önce Roma’ya gitti; birlikte çalışacağı eğitimcinin hayatını kaybettiğini öğrenince Paris Konservatuvarı’na gönderildi. Paris’te Gabriel Bouillon ile çalışan Suna Kan, 1952 yılında konservatuvarı birincilikle bitirdi.

1957’de Türkiye'ye döndü ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası solist sanatçılığına atandı. 1960 yılında Türkiye'nin ilk konser piyanisti Ferhunde Erkin'le kurduğu keman-piyano ikilisi ile Türkiye'nin pek çok yerinde oda müziği konserleri ve resitaller verdi. İkili yurt dışında da çeşitli merkezlerde resitaller verdi. Daha sonra Almanya'da öğrenimini tamamlamış Gülay Uğurata ile bir ikili oluşturdu. Tam 29 yıl birlikte çaldılar.

***

Ankara'da gerek lise yıllarımda, gerekse daha sonra konservatuar yıllarımda defalarca sahnede dinledim Suna Kan'ı. konservatuvar koridorlarında defalarca karşılaştım, selamlaştım. Şanslı bir nesildik biz. Belki de son şanslılardan. 

Sabah ölüm haberini aldığımda içimden bir şey koptu. Harika bir sanatçıyı, müthiş bir müzisyeni, dünya iyisi bir insanı, bir Cumhuriyet kadınını yitirdik. Zaten çok az kalan sanat camiamız için büyük kayıptır. Öncelikle Suna Hanım'ın oğlu, sevgili dostum Ömer'e daha sonra da tüm sevenlerine baş sağılığı diliyorum.

***

Suna Kan vesilesiyle sizlere ülkemizde Cumhuriyet'in ilk yıllarında sanata ve sanatçıya verilen değeri ve önemi biraz anlatmak istedim. Değerli sanatçılarımızın yetişmesine vesile olan yasalar artık yok ya da işlevsiz. Sırtını batıya tamamen dönmüş, geri kalmış orta doğu sevdalısı, şeriat sevicilerin dünyasında bu durumdan farklı bir şey beklemekten de çoktan vazgeçtim. Devlet sanat kurumlarının hali ortada, bu kurumlara sanatçı yetiştiren konservatuvarlarımız ise direnmeye çalışıyor. Ayakkabılarının arkasına basıp sağa sola tükürüp, ağaç kesen, hayvan öldüren, iyi olan her şeye düşmanların dünyasında sanat ve sanatçı can çekişiyor.

Suna Hanım, 2017 yılının Mayıs ayında sağlık sorunları nedeniyle uzun bir süre konser vermediğini anımsatarak "Kemanın kutusunu şimdilik, bu dünyadan gidinceye kadar kapattım" demişti. O kutu bir daha açılmadı.

Cumhuriyet'in tüm kazanımlarının yok sayıldığı günümüzde sanatın üzerine de bir kapı kapatılmaya çalışılıyor. 

Bunu başarabilecekler mi dersiniz?