Saat kemirgendir, her saniyesi minik bir parça koparır etinizden. Dişlerini etimize geçirmemişti henüz; sezgilerimiz kuvvetliymiş demek, bileklerimizi ısırır, diş izlerinden kol saatleri yapardık. Çocuklardık; yeryüzündeki hayatın düzenleyicisi, makinelerin makinesi saatin ele geçiremediği bedenler. Hayatımıza girse bile plastik bir oyun nesnesiydi, o bizimle değil, biz onunla oynardık. Fakat her şeyin saate göre ayarlandığı bir kültürün içine doğmuştuk ve sık sık saati hatırlatan ebeveynlerimiz vardı; yemek saati, eve dönüş saati, uyku saati. Ve saati her hatırlattıklarında, oyun kesintiye uğrardı. Günlerimizi sokaklarda oyunlar oynayarak geçirirdik. Sokaklar, Collodi’nin romanı Pinokyo’daki “Eğlenceler Ülkesi”nden farklı değildi: “Bu ülke dünyanın hiçbir ülkesine benzemiyordu. Nüfusu tamamıyla çocuklardan oluşuyordu… Her yerde sürüyle yumurcak vardı; kimi misket, kimi seksek, kimi top oynuyordu; kimi bisiklete biniyor, kimi tahta atın üzerinde koşturuyordu. Körebe oynayanlar, koşturup duranlar… Kimi çember çeviriyor, kimi başında kâğıttan şapka ve oyuncak süvarileriyle general kılığında salınıp duruyordu.” Saat ya evin duvarında asılı ya da yetişkinlerin bileklerine taktıkları bir aksesuardı. Zincirlerin ucuna takılı köstekli saatlerini ceplerinden çıkararak birbirlerine saatin kaç olduğunu söyleyen yetişkinlere gıptayla bakardık. Onları zamanın efendileri sanırdık, yetişkin olduğumuzda anladık, meğer zamanın zincirli köleleriymiş.

***

Saatten kaçamadık tabii. İlkokula başladık ve enselendik. Birden zaman, okul zamanı ve boş zaman olarak ikiye ayrılmıştı. Oyun, boş zaman faaliyetiydi. Hafta sonları ve tatillerde ödevlerden fırsat buldukça eğlence ülkesinin yurttaşları olarak sokaklara geri döner, hayatı şenlendirirdik, fakat içimize saat yerleşmişti, artık eskisi gibi değildik. Sınıflarını geçenler, ebeveynleri tarafından kol saat ile ödüllendirildi. Yetişkinler gibi saat takmak havalı bir şeydi ve “saat kaç?” sorusuna muhatap olmak, sınava tabi tutulmak demekti. Yelkovan ile akrebi doğru okuyanlar sınavı geçtiler. Çok sonra anladık ki bir çocuğa ödül olarak saat hediye etmenin, özgür bir insana ödül olarak pranga hediye etmekten farkı yokmuş. Çalışma hayatındaki saat sınavlarından geçenler, önce haftanın elemanı, ardından da ayın elemanı olarak ödüllendirildiler. Her ödülde biraz daha yitirdik özgürlüğümüzü. Sonunda yerimizden kımıldayamaz hale geldiğimizde tüm zamanların elemanı seçildik. Elemanlar için “zaman, kıyısı olmayan bir nehir” değildir; zaman, kesintisiz akan ve giderek hızlanan bir üretim bandıdır ve kıyısında mutlaka onlar için bir yer vardır.  Bir vakitler sokakları eğlence ülkesine çeviren çocukların ömürleri şimdi üretim bantlarının kıyısında tüketiliyor. Nefes alıp verirken çıkardıkları sesler yaşam belirtisi değil, saat ücretiyle çalışan makine elemanlarının mekanik sesleridir.

***

Eleman hem kendi başına saat gibi çalışan bir makinedir hem de her makinenin parçası olabilecek kabiliyettedir. Makineler, elemanların bir araya getirilmesiyle inşa edilir. Günümüzde makineler ya da elemanları arasında kıyasıya bir rekabet vardır ve makinelerin makinelere şiddet uyguladıkları da görülür. 19. yüzyılda İngiltere’de tekstil işçileri, iş gücünden tasarruf sağlamak amacıyla üretim hanelere yerleştirilen ve kendilerini işsiz bırakan makineleri parçalamışlardı; bu eylem tarihe, Ludizm ya da Makine Kırıcılık olarak geçmiştir. Günümüzün Ludistleri yerli ve milli elemanlardır ve hedefleri, iş gücünden tasarruf sağlamak amacıyla üretim hanelere yerleştirilen, bedenlerini çok daha ucuza satan göçmen elemanlardır. Fakat tüm zamanların elemanı asla işsiz kalmaz, her türlü makineye kolaylıkla adapte olabilir ve saat gibi çalışmaya devam edebilir. Diğer elemanları “iş beğenmiyorsunuz” diye suçlayabilir. Ve parçası olduğu makinenin ilkeleri uğruna kendini feda edebilir.

***

"Tutsak değildik zamana/başına buyruk yaşardık/çocuklardık parlak yıldızlardık o zaman” (Yeni Türkü). Zamana tutsaklığımız saat zamanı ile başlar. Saat zamanı, doğanın döngüsel zamanı gibi içsel bir şey değil, aksine bedenlerimize taktığımız bir aksesuar. Çok geçmeden dişlerini etinize geçirir ve kemirir. Önce kullanılışlı bir elemana, sonunda da bir atığa dönüştürür sizi.