O “Türkiye Yüzyılı” diyor. Kabine toplantısı ardından yaptığı açıklamanın sahipli basın tarafından öne çıkarılan cümlesi: "Türkiye kesintisiz büyüyor.” İstihdam, ihracat ve turizmde her yıl rekor kırdığımızı açıkladı. Ekonominin 14 çeyrektir büyümeye devam etmesiyle böbürlendi. İnsanlara tahayyül bile edemeyecekleri, yazılı gördüğünüzde okuyamayacağınız büyük rakamlar saydı. Depreme rağmen (!) ülke ekonomisinin % 4,5 büyümeyle başarısını vurguladı ve dilin altındaki baklayı bir kez daha parlatarak çıkardı. “Merkezi idare ve yerel yönetimlerin el ele verip uyum içinde çalışması” olmazsa bu muhteşem büyümenin meyvelerini iktidara oy vermeyenler rüyalarında bile göremeyecekler.

Kentsel dönüşüm! Ekonominin bel kemiği. İtiraz ettiğinizi duyar gibiyim. Şaşırmayın hemen. Bizim ekonomimiz kastediliyor. Depremin yıkımını yerel yönetim seçimleri için malzeme olarak kullanmakta beis görmüyor. Büyümek şöyle dursun her gün çöküşü süren ekonomiyi ayakta tutabilmek için kendi dar boğazına sıcak para, kaynak sağlayacak inşaatlardan bahsediyor. Yani denetimi uzmanlar ve meslek odalarından bucak bucak kaçırılan, ihalelerle yıkılan bölgelerin yeniden ayaklanabilmesi için gerekli olan üretimin en önemli ve verimli alanlarına dikilecek blokları, başının üzerinde dam kalmayan yoksul ve mağdurların kaçınılmaz olan en temel ihtiyaçlarıyla eş değer hale getiriyor. Yıkılan kentlerin tarım arazilerine, su kaynaklarına, ekolojik ve doğal dengesine bakmadan müteahhitlere sunulacak inşaat alanlarında rant projelerine muhalefet etmeyecek iktidar uzantısı yerel yönetimler istiyor. “Cumhurbaşkanlığı ve bakanlıklar ülkemizi bir an önce depreme hazırlayalım derken, yerel yönetimler aksi istikamette çaba gösterirse kaybeden şehirlerimiz ve vatandaşlarımız oluyor.” sözlerinin arkasında yatan tehdit plansız, öngörüsüz, denetimsiz ve geleceksiz “kalkınma”, “büyüme” ve “refah” vadediyor. ‘Ne kadar ekmek o kadar köfte’ diyor.

Kapitalizmin tüm dünyayı esir alan kalıcı ve uzun soluklu etkileriyle sermayeler ve sermaye sahipleri sonuçları ne olursa olsun büyürken bunu olanaklı kılan emeğin sahipleri büyümenin olumlu sonuçlarını sadece bu gösterişli nutuklarda görürler. Ülke nasıl olursa olsun, türlü rakam cambazlıklarıyla kağıt üzerinde büyür. Ancak aynı rakamlar ulusal gelir düzeyinde gerileme, gelirin emeğe ve çalışana aktarımı, istihdam gibi alanlara odaklı okunduğunda ortaya çıkan tablo çok başkadır.

∗∗∗

O ekonomiyi damadıyla, arkadaşıyla altın emzikler, sırmalı zıbınlarla büyütürken baktı olmuyor ‘akıllı’, ‘başarılı’ atamalarla kendi gibi geçici olacak çözümler üretecek ve çoktan kendine yurt dışında kariyer bulmuş birileriyle kurtarmayı deniyor. Meydanlarda "Gayrisafi yurt içi hasılamız ilk kez 1 trilyon dolar sınırının üzerine çıktı" açıklamasıyla halkı etkilemeyi sürdürüyor. “Peki, çıktı da ben niye asgari ücret sınırının altında geçinmeye çalışıyorum? Emekliyim ama neden hâlâ çalışmak zorundayım? Sosyal güvencem neden yok? Sorularını kendine sormayıp büyüyen, gelişen ülke başarısı olarak başkasının teknolojisiyle uzaya yolcu gönderene inanarak oy verenler bakalım daha ne kadar dayanacaklar? Emeğin ücret ve sosyal kazanımlarına katkısı seçimden seçime ya da depremden kovite vatandaşın kafasına fırlatılan yardımlar olan bu iktidarın kendilerini sosyal hayattan, kaygısız ve mutlu bir yaşam hakkından dışladığını daha ne kadar farketmeyecekler? Bunu görebilmek için başka türlü bir hayatın mümkün olduğunu hayal edebilmek gerek. O zaman iktidardakiler için bu deneyimi sunan yerel yönetimler elbette büyük tehdit. Sadece pandemide, afette kriz belediyeciliğiyle değil dezavantajlı kesimlerin hayatlarını değiştiren sosyal destek ve hizmetlerle sağlanan olanakların ülkenin her yanındaki seçmene, yurttaşa anlatılması, örnek gösterilmesi çok önemli.  

İçinde bulunduğumuz krizi daha iyi anlamak için küresel ekonomi verilerini salt ulusal büyüme ve istihdam rakamlarıyla değil sınıf kavramı çerçevesinde sermaye ve emek kazanımı oranlarını karşılaştırarak değerlendirmek işin doğrusudur. Büyümenin rakamlarla değil somut hayat koşullarıyla ölçümlendiği bir değerlendirmeye ihtiyaç olduğu açık. Siyaseti sınıf bilincinden ve emeği de sendikalardan, bilinçlenme ve dayanışma koşullarından koparan anlayışın yarattığı zenginlik ve tüketim çılgınlığı karşısında yok edilen üretim kaynaklarıyla sokağın, yaşamın gereksinimlerine odaklanmak için çok kıymetli bir kaynak DİSKAR tarafından hazırlandı. DİSK 17. Genel Kurulu kapsamında hazırlanan bu çalışma DİSK Araştırma Merkezi'nin 2020-2023 yılları arasında gerçekleştirdiği araştırmalara dayalı somut ve çok çarpıcı veriler barındırıyor. Prof. Dr. Aziz Çelik editörlüğünde hazırlanan ve kitaplaşan çalışmalar Deniz Beyazbulut ve Zeynep Kandaz tarafından yürütülmüş. Bu çalışmanın sadece ara başlıklarını okuyarak bile büyüyenin sadece derin yoksulluk ve hak ihlallerine bağlı sorunlar olduğu açıkça görmek mümkün.

Birkaç örnek sıralamak isterim. En önce iktidarın sarı sendikalar ve türlü oyunla etkisizleştirmek için var gücüyle çalıştığı emek örgütlenmesi hak alanına bakalım. Toplu iş sözleşmeleri ile hak korunması çalışmalarını ve grev hakkını yok sayan uygulamalar yasal mevzuat üzerinde tahrip, kısıtlama ve düzenlemelerle tehdit altında. Örneğin ülkemizde grev hakkı ‘erteleme’ uygulamasıyla açıkça yasaklanmakta. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu 2022 küresel İşçi Hakları Endeksi’ne göre Türkiye, Bangladeş, Brezilya, Kolombiya, Mısır, Myammar ve Filistin’le birlikte grev ve toplu pazarlık hakkının ihlal edildiği en kötü ülkeler arasında yer alıyor. OECD ülkeleri arasında en düşük sendikalaşma ve toplu iş sözleşmesi kapsamına sahip ükelerden. %9,9 sendikalaşma, %8,5 toplu sözleşme oranı ile 36 OECD ülkesi içinde son sıralarda. Ülkemizde işçilerin % 87’si sendikasız.

Gelir Bölüşümü başlığı bize sınıfsal ve cinsiyete dayalı bölüşüm eşitsizliklerini anlatıyor. Zenginler ve yoksullar arasında açılan makas ülkemizde artık orta sınıf kalmadığını gösteriyor. Çok sorunlu olan TÜİK istatistiklerine baktığımızda bile Türkiye’de en zengin %10’un gelirinin en yoksul %10’luk grubun 14 kat üzerinde olduğunu görülüyor. Türkiye, 2021 AB İstatistik Ofisi verilerine göre gelir eşitsizliğinde birinci sırada. Sırbistan, Romanya, Litvanya, Letonya ve Bulgaristan’la birlikte. Ülkemizde işveren gelirleri tüm gelirlerden daha hızlı artıyor. AKP döneminde emek kaybederken sermaye kazanıyor. Yine OECD ülkeleri arasında işgücüne katılım oranının en düşük olduğu beşinci ülke %52,3 oranıyla Türkiye. Kadın emeğini ikincilleştiren politikalar ve ev içi bakım emeğini kadının üzerinden alacak yaklaşım eksikliği sonucunda kadınların istihdama erişimi sınırlı ve güvencesiz. Gençler yılgınlıkla iş aramaktan vaz geçer konumda, iş bulma ümidi tükenmiş ve işsizlik oranı en geniş kesim. TÜİK verileriyle %25 genç işsizliği var. Üniversite mezunu gençler arasında asgari ücret ya da altında gelirle işe başlama oranı %50 ile % 70 arasında yoğunluk gösteriyor.

∗∗∗

Enflasyondaki patlamaya bağlı olarak gıda enflasyonu dar gelirlilerde %100’ün üzerindeyken emeklilerde %120’ye ulaştı. Yani temel gıdaya erişim giderek zorlaşıyor. OECD ülkeleri arasında Türkiye gıda enflasyonunda birinci sırada. TÜİK’in 2022’den bu yana ürün fiyat listesi yayınlamama kararı aldığını biliyor muydunuz? DİSK bu kararın ardından şüpheli olan enflasyon rakamlarının daha da şaibeli hale gelmesi nedeniyle açtığı davayı kazandığı halde veriler saklanıyor.

DİSK’in kararlılıkla takip ettiği ve iyileştirme talebiyle çalıştığı alanların başında gelen asgari ücret konusunda kriterler iktidarın güdümüyle Asgari Ücret Belirleme Komisyonu’nun devre dışı bırakılması, temsilci atamaları gibi hamlelerle hukuksuz, dayanaksız ve belirsiz süreçlere bağlı olarak Cumhurbaşkanı’nın iki dudağı arasında. Avrupa İstatistik Ofisi Eurostat’a göre Türkiye Avrupa ülkeleri arasında en düşük asgari ücrete sahip beşinci ülke. 2013’te Türkiye’den düşük asgari ücretli 14 ülke varken bugün sadece 4 ülke var. Asgari ücretin kişi başı milli gelire oranı da düşüşte. 1974’te %80,6 olan oran 2023’te %47,4’e gerilemiş durumda. Asgari ücret açlık ve yoksulluk sınırının gerisinde. Erdoğan’ın tabiriyle “Türkiye’nin asırlık ihmallerinin” geride bırakıldığı büyüme ve refah döneminde veriler sağ iktidarların elinde gerileyen dönemlerden bile çok geriye düşmüş. 2003 yılında asgari ücretin yıllık tutarıyla 25 altın, 2005’te 31 altın alınabilirken yıllık ortalama net asgari ücretle çalışan bir işçi 2023’te yıllık ortalama Cumhuriyet altını fiyatlarıyla sadece 11,8 günlük kurlarla ise 9,5 altın alabilir durumda. Bilmem kaç çeyrektir kesintisiz büyüme başarısının en önemli göstergesi bu olsa gerek!

Büyüyen ekonominin kalkınan ülkesinde 2022’de başlayan uygulamayla ücret gelirlerinin asgari ücret kadarı vergiden istisna tutuluyor. Çok özel ve koruyucu bir uygulama olarak aktarılan düzenlemenin çalışana kaybettirdiğini, vergi dilimlerinin az artırılarak işçilerden daha çok vergi alındığını kitaptaki detaylı çalışmalardan öğrenmek mümkün. DİSK’in asgari ücret taleplerini içeren 13 madde başlı başına gerçeklerin aynası.

Kesintisiz büyüme ile kırılan rekorlardan kısa bir özeti sizlerle paylaştım. Ne diyelim?! Süslü ve içi boşaltılmış kelimelerden bugün menümüze aldığımız “kalkınma” en zenginlerin parasına para katan büyüme anlamına gelmez. Kalkınma, ülke vatandaşlarıyla emek sermaye arasındaki uçurum arasına güvenlik duvarı ören halkçı, eşitlikçi, sosyal hak ve kazanımlarla korumacı bir yönetim düzeniyle en fakirin standartları kaybetmeden yaşamını sürdürebildiği ve gülümseyebildiği bir düzenle sağlanır. Bunu başarabilmek için bilgi ve bilginin paylaşımı önemlidir. Emeğe saygı şarttır.

“Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir,

haklı günler, büyük günler,

gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan,

ekmek, gül ve hürriyet günleri.

Türkiye işçi sınıfına selâm!”*

*Nazım Hikmet