Gencecik 12 askerin ölüm haberiyle çoktandır kapkara olan göğümüzde bulutların arasından sızan cılız ışık da söndü. AKP distopyasında bağlamından kopartılarak yeniden tanımlanan değerler seçme saçması arasında bildiğimizi aktaracak, gördüğümüzü, hissettiğimizi tarif edecek kelime, söz de bulamaz olduk. Tuz kokalı, su çürüyeli çok oldu. Kültürümüzün, dilimizin zenginliği içinde yaşadıklarımızı anlatmaya, hissettiklerimizi tarif etmeye yetecek güçlü tanım kalmadı. Hepsini defalarca kullandık, hepsi tarifte hafif artık. Kötülük sıradanlaştı. Acılar bu insanlar için hep malzemeydi, cephaneye dönüştü.

Her seçim arifesinde iktidar partisinin bir şekilde milliyetçilik, dindarlık üzerinden artık son derece kırılgan hale gelen toplumsal ayrışmayı derinleştirecek hamleleri bir rutin. Bunca kutuplaştırmaya rağmen 22 yılın sonunda hâlâ yüzde ellinin biraz üstüyle iktidarını koruyabilen gericiliğin elinde bundan başka malzeme de yok zaten. Milliyetçilik; yoksulların kendilerine paçavra gibi davrananlara vatan, bayrak ve din ortaklığı nedeniyle bağlılıklarını bildirmelerine vesile görülen bir hizmet biçimi olmuş durumda. İktidar gücü, yandaş ve sahipli medya, bilgi/öğrenme/düşünme pratiğinden uzaklaştırılmış toplum koşullarında derin yoksulluk ve baskılar içinde ocağını yakmakla şükür bulan halk; canı en çok yandığında acısını paylaşarak sağaltmak yerine canını yakanın algı bombardımanıyla o acıyı birilerinden çıkartmak üzere ajite ediliyor.

∗∗∗

Kuşatıcı hamaset dört koldan saldırıyor. Hayatının son günlerini mecliste, konforlu koltuğunda tamamlamaya kararlı, yaşını çoktan almış ama nefret duygusunu bir an olsun yitirmemiş kişiler, ağızlarından köpükler saçarak muhalefet partisinin; rutin, göstermelik ve geçiştirmeye odaklı bir bildiriye imza atmak yerine tarihin tekerrürünü göstermek, aynı acıların yaşanmasını önlemek için yeni bir tutumla muhalefet yapan genç liderini tehdit ediyor ve açıkça hedef gösteriyor. Ana muhalefetin lideri değişti, değişebildi çünkü demokrasinin gereği bu. Onlar da en çok bundan rahatsız. O yüzden bugün Özgür Özel’i hedef alan nefret ve linç kültürü değişmedi. Liderin kim olduğuyla, ne söylediğiyle değil, bunca yoksulluk ve acıya rağmen yeni bir yöntem, çözüm aramaya ihtiyaç duymadan sistemin çarklarını döndürmeyi, yerini korumayı bellemiş anlayış değişmedi. Bir şehit cenazesi sonrası Kemal Kılıçdaroğlu’na Çubuk’ta saldıranları gönderenler bugün de Manisa’da Özgür Özel’in katıldığı cenazede provakasyon peşindeydi.

Kimsenin şehitlere üzüldüğü yok. Seviniyorlar hatta. Öyle ya ‘vatan için ölüm’ övünülmesi gereken onurlu bir mertebe. Elbette öyledir! Ama vatan saldırı altındaysa, bir kurtuluş mücadelesi veriliyorsa öyledir. Sınırda bile değil; başka bir ülkenin topraklarında, güvenlik zaafı iddialarıyla dolu, nasıl yönetildiği açıklanamayan, kaç şehit olduğu bile doğru düzgün açıklanamayan bir süreçte en temiz duygularla cephede görevinin başında, ailesinin geçim derdinde olan bu evlatların ardından yakılacak ağıta bile saygı duymayarak siyasi çıkar peşine düşmek nasıl açıklanabilir? O cenazede kargaşa çıkaranlar en başta şehidimize, ailesine ve bu acıyı yüreğinde hisseden tüm yurttaşlara saygısızlık etmişlerdir. Bir kez daha görüldü ki onlar için şehitlik, kuru ama süslü sözlerle yazılı bildirilerin altına atılmış imzalarla, büyük acıların ve en temiz duyguların sömürülmesiyle geçiştirilen siyasi malzemeden ibaret.

∗∗∗

Elbette bu çarkı döndürürken iktidarın sözcülerine destek atacak profesyonellerin de devreye girmesi gerekli. Ölüm acısının yanında yürekleri dağlayan yoksulluğun hemen normalleştirilmesi gerekli tabi. Örnek çok ama şu ikisi yetiyor da aşıyor. Yeni Şafak Gazetesi yazarı “İnsanın olduğu yerde sınıf olacak ve dolayısıyla ‘sınıf ayrımı’ da var olmaya devam edecek.” derken hemen fırsattan istifade Sovyet Rusya’ya, Küba’ya atıf yaparak sınıfsız toplum düşüncesinin “ahmaklık” olduğu vurgusunu da ekledikten sonra “sosyal devlet” tarifine girişiyor. 22 yıllık iktidarın ‘neden sosyal devlet olamadığını’ sormak yerine “devlet denen aygıta baskı kurabilecek sivil toplum örgütlerine ihtiyaçtan” bahsediyor. Türkiye için hâlâ umut varmış!

Bir diğeri; “Araştırmacı, yazar, yapımcı, Kudûs sevdalısı, dertli bir Anadolu evladı”, iktidara yakın bir reklam şirketi sahibi, belediyelerle çalışmış, 750 bin takipçisi olan bir fenomen: “Evet belki bu evlerin sıvası yok, duvarları kerpiçten. Ama bu evlerin içinde mertlik var, din var, iman var. Onun için Allah şehadeti böyle evlerin adamlarına nasip ediyor.” Cümleleriyle el yükseltiyor. Nasıl olsa kimse “iktidarın zenginlerinin evlerinde, saraylarında mertlik, din, iman yok mu?” o zaman diye sormayacak, daha doğrusu içinden sorsa da yüksek sesle soramayacak!

Evet tuz koktu, su çürüdü, bıçak kemikte!

“Eti geçti, duydun mu?

Bıçak kemikte.

Duymadınsa duy artık

behey Allah’ın kulu,

bıçak kemikte.

Duy da silkin n’olursun

bu ne biçim uyku bu.”*

*Ben buraya ilk bölümü alıntılayabildim. Siz şiirin tamamını okuyun. Hasan Hüseyin Korkmazgil elbette benden güzel söylemiş.