Bu hafta sonu üçüncü köprü inşaatında 3 işçi daha hayatını kaybetti. İnşaatın temeli 29 Mayıs 2013 günü atılmıştı. Aynı gün buldozerler Gezi Parkı’na girdiler. Farkına varmadan cumhuriyet tarihinin en büyük direnişinin de tohumunu atmışlardı.
Fethin yıl dönümüydü. Belli ki İstanbul için kabaran iştah dinmek bilmiyordu. Sermayenin ve rantın efendisi daha fazlasını istiyordu. Bu sefer hedefte İstanbul’un Kuzey bandı, yani akciğerleri, atardamaları olan ormanları, su havzaları vardı. İstanbul’un idam fermanına mühür vurulmuştu.
Hızlandırılmış bir tren gibiydi kent. Güvenlik hızdan sonra geliyordu. Yargı kararları dikkate alınmamalı, bilim insanlarının itirazlarına kulak tıkanmalı, kısa vadede çözülmeliydi her şey. Zaten bu ülke ayakkabı kutularının hızına yetişemez olmuştu.
İstanbul’un ölüm fermanı, bu hızın temel besini olan taşeron sistemine emanetti. O emanet can almaya erkenden başladı. Başladı ama ölümden müjde çıkarmasını bilenler de vardı.
1 milyon taşeron işçisine müjde haberleri yine gazetelerde boy gösterdi. Amaç taşeronu yaygınlaştırma. Bahane ise işçilerin yasal haklarını kullanamaması. Bu hakların kullanılmasında engel kim? En başta siyasal iktidar. Çünkü yargı kararlarını, kendi koydukları yasaları bile tanımaz haldeler. Yasa dışı uygulamalar sonucunda yargının verdiği kararların maliyeti ağır. Müjde diye bu maliyetten kurtulmaya çalıştıkları biliniyor. Bu amaç için kamunun sorumluluğunda olan bir inşaatta yaşanan ölümleri bile kullanabiliyorlar.


İŞTEN ÇIKARTMA FURYASI
Türkiye’de çalışma hayatı son derece esnek ve güvencesiz. Oysa işverenler ve Hükümet sözcüleri işgücü piyasalarındaki katılıklardan dem vurmasını iyi biliyorlar.
TÜİK verilerine göre 2013 yılında toplam 3 milyon 800 bin kişi, yani her ay yaklaşık 314 bin kişi kendi arzusu dışında işsiz kaldı. İstifa etmek zorunda kalan ya da emekli olan ama iş aramaya devam edenlerin sayısı ise toplamda 1 milyon 237 bin kişiye ulaştı (bu hesaplamayı 1-2 aydır iş arayanların sayısını ikiye bölerek ulaştım).
Bu kişilerin arasında büyük çoğunluğu geçici bir işte çalıştığı ve verilen işin süresi bittiği için işsiz kalanlar oluşturuyor. Bunların sayısı yıllık 2 milyonu geçiyor. Bu veri içinde tekrar geçici işe başlayıp tekrar işten çıkartılanlar dahil. Her ay ortalama 167 bin kişi bu durumla karşı karşıya kalıyor. Taşeron gerçeği işte bu rakamların arasında saklı. İşten çıkartılanların sayısı her ay 63 bin kişi, yıllık toplamı ise 756 bin kişi civarında.
Türkiye’de 2013 yılında toplamda 5 milyon kişi bir biçimi ile işini kaybetti. Ve yeni iş arayışına girdi. Toplam ücretli sayısının 16 milyon olduğu düşünüldüğünde rakamlar devasa.
Anlaşılan o ki esneklikte sınır yok. Yeni taşeron sistemi bunun için gündeme taşınıyor. O yüzden kırmızı çizgiyi işçi sınıfının militan mücadelesi çizmek durumundadır. Bunun yolu ise sendikaların işyeri temelli, toplusözleşme ile sınırlı bir mücadeleden çıkmasından geçiyor. DİSK’in #direnişçi eylemleri bu anlamda önemli bir deneyimdi.
Bu alanda bir başka önemli deneyim ise Greif işçisinin haklı ve onurlu mücadelesidir.
Bugünün güncel sorunlarından biri bu iki eğilimi bir karşıtlık temelinde inşa edilmeye çalışılmasıdır. İşyerleri güçlendikçe, işçilerin direniş eğilimleri artıkça, mücadeleyi işyerine hapseden anlayış, işçi sınıfının bütünlüklü mücadelesinin içinde eriyecektir. Bu anlamda DİSK’in ve sendikaların itibarsızlaştırılması, kurumsal kimliklerinin ve saygınlıklarının tahrip edilmesi üzerine inşa edilmiş olan tarz, orta ve uzun vadede işçi sınıfının bütününe yönelecek bir saldırıda, sınıfın en önemli silahlarından birinin etkinliğinin azalması son-ucunu doğuracaktır. O yüzden dikkatli olmak gerekir.


NOT
Sendika uzmanları emek hareketinin kahrını en çok çeken kişilerdir. Ortak bir örgütlülükleri ve birlik zeminleri yoktur. Kendi çalıştıkları kurum tarafından bile çok kez yalnız bırakılırlar. Hal böyle iken sendika uzmanlarının bir arkadaşlarının maruz kaldığı tatsız bir olaya dair ortak bir tutum almaları şaşırtıcı olmamalıdır. Bunu bir direnişe karşı bir tutum olarak okumak son derece yanlıştır. Greif işçisinin direnişi sonuna kadar haklı bir eylemdir. Taşeronlaşmaya ve yoksulluğa karşı girişilen bu kalkışma tarihte elbette layık olduğu yeri alacaktır.
Bir arkadaşımızın şiddete uğraması ne kadar yanlışsa, bir başka arkadaşımızın işten çıkartılması da o kadar yanlıştır. Ancak hatırlatmak gerekir ki, sendika emekçileri işten çıkartılma gerçeği ile pek çok kere yüzleşirken, bir sendika emekçisinin darp edilmesi sık yaşanan bir durum değildir.