Bir ülke futbolu düşünün...

“Güven ruh gibidir, terkettiği bedene asla geri dönmez."

William Shakespeare
 
 
Bir ülke futbolu düşünün...

Geçtiğimiz sezon averajla şampiyon olmuş takımın başkanı ve yöneticileri şike suçlamasıyla hapiste... Takım ertesi sezon ülkenin en üst liginde mücadele ediyor ama Şampiyonlar Ligi’nden ihraç edilmiş. Haliyle geçen sezonun şampiyonunun hangi takım olduğu belli değil. Averajla ikinci olmuş takım son anda Şampiyonlar Ligi’ne alınmış, ancak geçtiğimiz sezonun şampiyonu değil! Ülkenin ikinci büyük kupasını kazanmış takım kupayı iade etmiş ama “yan cebime koy” durumunda, UEFA Liginde mücadele ediyor. Süper Kupa finalini hangi takımların oynayacağı belli değil… Bu sezon sonunda ligi şampiyon bitirecek takım play-off da sonuncu olursa, “Şampiyonlar Ligi’ne hangi takım gidecek?” sorusu ÖSYM sınavında çıksa çok can yakar!

Şimdi de “Ülkenin Futbol Federasyonunun bu süreci doğru idare edip edemediği!” tartışılıyor. Şaka gibi! Futbolseverlerin futbola olan güvenini fazlasıyla kaybettiği bu perişan manzarayı yaratanlara, William Shakespeare’in şu cümlesini hatırlatıyorum: “Güven ruh gibidir, terkettiği bedene asla geri dönmez!"

Filozof’un anlatımıyla, “Şimdi en büyük sıkıntı bize yalan söylemiş olmanız değil, bundan sonra size asla güvenemeyecek olmamızdır!”

***

Antalyaspor teknik direktörü Mehmet Özdilek konuşuyor ekranda…

“Şimdi bu play-off meselesini çıkardılar ya, iyi hoş ama ya benim takımım ligi 9. sırada bitirirse? Nisan ayından Ağustos sonuna kadar biz ne yapacağız?” diye soruyor.

Aslında çok önemli bir konuya değiniyor Şifo Mehmet. Ama kimin umurunda? Böylesine önemli bir kararı teknik direktörlere, futbol adamlarına ve futbolculara sormadan, akşam kendi aralarında tartışıp sabah uygulayan TFF’ye sormak gerekir bu soruyu. Hoş, sorsanız da cevap alacağınızı pek sanmıyorum, çünkü hepimiz Avrupa’nın hiçbir kaliteli liginde uygulanmayan play-off saçmalığının neden bir günde uygulamaya konulduğunu bal gibi biliyoruz değil mi? Futbol, rekabet, adalet kimin umurunda, amaç dekoder satışını patlatmak olunca...

Ülke futbolunun önceliği, yayıncı kuruluşun saadeti...

***

“Artık futbol konuşsun!” dediler ya mübarek bir başladı konuşmaya susmak bilmiyor! Harala gürele her gün maç, beşinci hafta bittiğinin ertesi günü altıncı hafta başlıyor. Bir bakıyorsunuz bir gün Fenerbahçe lider, ertesi gün İstanbul Büyükşehir Belediyespor! Sanki ülke takımları fizik-kondisyon konusunda Avrupa futbolunun fersaf fersah önüne geçmişler gibi! Oysa yakın gelecekte hava ve saha şartları ağırlaşınca konuşan futbol değil, bu yoğun tempoyu kaldıramayan, sürekli sakatlanan futbolcular olacak. Sırf yayıncı kuruluş zarar etmesin diye bu abuk sistemi dayatanlar, bize hala Türk futbolunun marka değerini anlatacak!

***

Bir televizyonda canlı olarak yayınlanan programın konukları eski hakem Ahmet Çakar ve Aziz Yıldırım’ın eski avukatı Faik Işık... Ülke futbolseveri mahalle kavgasını izlemek için toplanan ahali havasında, ekranların karşısında... “Truva Atı”, “Truva İti”, “Karadenizlilerin mert oluşu”, “delikanlı raconu”, “karıyı kızı kavgaya karıştırmama meselesi” ve “Fenerbahçe marşı” tartışmaları içinde geçen, nihayetinde “Adamsan dışarıda bekle!” cümlesiyle son bulan programın finalinde ekran kararıyor. Ne final ama!

Programın adı, “Derin Futbol!” Şaka gibi!

***

Almanya Milli Takımını tercih ettiği için düne kadar neredeyse “vatan haini” ilan edilen, hatta teknik direktörünün bizim maçta alacağı tepkiden çekinerek dinlendirdiği Mesut Özil, Belçika maçında harikalar yaratıp, rakibi devre dışı bırakınca adına methiyeler yazılıyor. Gazetenin biri “Danke schön Mesut!” başlığı atarken, diğeri “Mesut–Bahtiyar”, bir diğeri “Teşekkürler!” başlığı ile çıkıyor. İnsanların bir günde vatan haini, ertesinde kahraman ilan edildiği bir ülkede menfaatler konumları belirliyor! Muhtemel, uzaklarda o temiz yüzlü çocuk, doğup büyüdüğü, okullarına gittiği, futbolun temel eğitimini aldığı ülkenin takımını seçmiş olmakla ne kadar doğru karar verdiğini düşünüyor. Olabilecekken olamayanlar diyarında, takımınların alt yapılarındaki bizim çocuklar, “Keşke biz de Mesut gibi ...” ile başlayan cümleler kuruyor.

Sahi nerede şimdi Abdülkadir Kayalı? Ankaragücü altyapısından yetişen, Manchester City’nin ilgilendiği, birazcık olgunlaşıp kendini gösterme fırsatı bile bulamadan Fenerbahçe’nin olaylı bir şekilde transfer ettiği, sonra da gönderdiği genç yetenek!

***

Milli Takımın Almanya yenilgisi ve ardından Azerbaycan karşısında oynanan kötü futbol nedeniyle Hollandalı teknik direktör her zaman olduğu gibi dozu fazla kaçırılarak eleştiriliyor. Kimi “Bu adam teknik direktör filan değil!” derken, kiminin gözüne fena batıyor teknik direktörün kazancı. Kimi mental açıdan yetersiz buluyor, kimi ulusal kimliğimizi ve futbolumuzu küçümsediğini anlatıyor. Futbolu izleyen herkesin az çok teknik direktör olduğu ve bol keseden ahkâm kestiği ülkede dünya futbolunun en çok aranan teknik direktörlerinden biri yerden yere vurulurken, zaman içinde harcadıklarımızı düşünüyorum...

Mircea Lucescu, Vicente del Bosque, Zico, Joachim Löw, Christoph Daum ve diğerleri...

50 senede bir Dünya Kupası görmüş, Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip olmakla övünen, ancak alt yapılarını tümden ıskalamış bir coğrafyada insan her gelen yabancı teknik direktöre “Mesih” gözüyle bakınca, haliyle hayal kırıklıkları da o ölçüde büyük oluyor. Başarısızlığın faturası her zaman teknik direktöre çıkarılır; üzerinde düşünmek gereksiz. Belki bu yüzden, Beşiktaş son 6 sezonda 8 teknik direktörle çalışırken, Fenerbahçe’nin 104 senelik tarihinde çalıştığı teknik direktör sayısı 100’e yaklaşıyor. Uzaklarda, kuruluşu 1892 senesine dayanan, Premier Lig’de şampiyonluğu bulunmayan Liverpool FC’nin, tarihi boyunca sadece 20 teknik direktörle çalıştığı gerçeği yüzümüze acı acı bakıp gülümsüyor.

Bunca eleştirinin içinde, Türk futbolunun gelişmesi için pahalı teknik direktörlere değil, bu işe ömrünü adamış, kaliteli, deneyimli alt yapı hocalarına ihtiyaç olduğunu kimseler söylemiyor...

***

Eylül ayının sonlarına doğru oynanan Fenerbahçe-Manisaspor maçında, Şükrü Saraçoğlu Stadı’nı 40 bini aşkın kadın ve çocuk dolduruyor. Buraya kadar her şey güzel görünse de, ertesi gün çıkan gazetelerin birinde kalabalıkta başörtüsü takmış bir erkeğin bulunduğu haberi ve o kişinin fotoğrafı yayınlanıyor. İlerleyen günlerde o kişinin aslında bayan olduğunu, çıkan haberler nedeniyle fazlasıyla rencide olduğunu öğreniyoruz! "Maçta erkek var!" haberine konu olan S.B isimli kadın taraftar, Saraçoğlu Stadı'na gittiğine pişman olduğunu, bu haberlerin “psikolojisini bozduğunu!" anlatıyor.

Bu arada gazetelere düşen haberlerde, TFF tarafından ilk kez hayata geçirilen uygulamadan yararlanabilmek için kadın kılığına giren 12 kişinin kıskıvrak yakalandığı yazılıyor. Habere göre, bıyıklarını kesmemiş olan bir gencin kapıdaki polise “Selamın aleyküm abicim!” demesi kendilerini ele veriyor!

BBC bile şaşırıp şaşırıyor bu duruma!

***

Gazetelerin birinde şöyle bir haber:

“Mersin: Fenerbahçe Taraftarları, Fenerbahçe Meydanı'na Sahip Çıkılmasını İstedi!

Fenerbahçeli taraftarlar, Mersin'de yaptırılan Fenerbahçe Meydanı'na rakip takım taraftarları tarafından zarar verildiğini ileri sürerek, meydana sahip çıkılmasını istedi.”

Bu haberi okurken, geçmiş zamanlarda Londra’da antrenörlük yapan bir arkadaşımın anlattığı bir olay aklıma geldi, yazmadan edemedim. Bizim arkadaşın Tottenham’ın alt yapısında çalıştığı günlerin birinde, bir antrenman sonrası yolu doğu Londra’ya düşüyor; üzerinde hala Tottenham Hotspurs’un eşofmanları...

Tam arabasından inerken, yanına bir kaç genç yaklaşıyor. İçlerinden iri kıyım olanı, “Kardeş, burası West Ham United’ın bölgesi… Burada başka takımın formasıyla gezilmesine izin vermeyiz. Hemen üstünü değiştirsen senin açından iyi olur!” diyor.

“Peki, sen ne yaptın?” diye sordum. “Ne yapacaktım ki, hemen en yakın spor mağazasından sıradan bir eşofman alıp, onu giydim” dedi ve ekledi: “Adamlar haklı arkadaş, her horoz kendi çöplüğünde öter!”

Bizde ise Mersin’de, “Fenerbahçe Meydanı!”

Rekabetsizlikle lanetli üke futbolunun trajikomik fotoğrafı...