Alışkanlıkları var hepimizin. İçine kendimizi hapsettiğimiz alışkanlıklarımız. Hem hepimiz alışmaya meyilli değil miyiz zaten?

Peki bir düşünelim. Alışmak bir şeye, iyi midir?

Ya alıştığımız esaretimizse. Ya kırmamız gereken duvarlarsa alışkanlıklarımız. Ya umudu çevreliyorsa bu duvarlar.

Alışkanlıkları var hepimizin. Birbirinin tekrarı olan günlerimiz, saatlerimiz. Çoğu örgütlenmiş olan alışma halleri.

Hepimizin aynı rutini tekrar ediyor olması doğal geliyor mu size?

Hep benzer gündemler belirliyor ruh halimizi. Suskunluğumuz bir çığlık gibi dolaşıyor. Öfke içimizde hapsolmuş.

Alışıyoruz. Çürüyoruz. Alışmak umutsuzluğun kardeşidir. Umutsuzluk ise hareketsizliğin en büyük gıdası.

“Soylu bir düşüncedir alışmak/ Diyoruz, belki de” Edip Cansever’in Umutsuzlar Parkı’nda söylediği gibi. Kandırıyoruz kendimizi.

Sonra alışkın olmadığımız şeyler çıkıyor birden karşımıza. Ve bize sesleniyor;

Metal sektöründe greve hazırlanan 15 bin işçinin beraberce çarpan yüreği,

Yunanistan’da ne olursa olsun önce haysiyet diyen ve korku duvarlarını yıkan bir halkın piyasaları tedirgin eden zaferi,

Kobane’de insanlık onurunun ve özellikle kadınların inatla direnişi karanlığa ve teslim olmamanın sevinci,

Çapa’da işten atılan işçilerin mücadeleyle kısa sürede geri alınması işe,

Bir güne sığan onca umut sesleniyor bize,

Yunanistanlı Komünist şair Yannis Ritsos anar gibi sesleniyor,

“Alışkanlıklar da değişir” elbet. Hele ki umutla kuşatılmışsa bir ülke…