Geçen hafta Gebze’de Sendikalar Birliği ve CHP Gebze İlçe Başkanlığı’nın birlikte organize ettiği bir etkinliğe katıldım. İki gün olarak planlanan Emek Çalıştayı’nda dört farklı atölyede dört farklı başlıkta çalışma hayatının özneleri vardı. Güvencesizler, kadrolular, göçmen işçiler, kadınlar, çocuk işçiler, eğitim adı altında sömürü çarklarına sürülenler, meslek lisesi öğrencileri, taşeron işçileri. Benim yürütücülüğünü yaptığım oturum “Eğitim mi, sömürü mü?” başlığını taşıyordu.

Atölye çalışmasından stajyerlik deneyimini aktaran bir meslek lisesi öğrencisinin sözlerinin ağırlığı ile çıktım.

Soruyorum size, iş kazası ile ustalık geçer mi?

Tersinden soralım iş kazası ustalıkla geçer mi?

“Ustalarımız çok iyiydi” diyor genç arkadaşımız önce, “Hiçbir sorun yaşamadım. Ben şanslı sayılırım.” Sonra işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili bir konuşma yapıyoruz. Öğrencilerin çalıştıkları fabrikalarda ne gibi uygulamaların olduğu, yeterli tedbirlerin alınıp alınmadığı konusuna geliyor söz.

Meslek liseli genç arkadaşımız vücudunda yanıklar olduğunu söylüyor, bu konu açılınca. Sıcak işlem yapılan bir alanda çalıştırılmış. Sanırım stajyerlerin girmemesi gereken bir yer. Üzerine ateş fırlamış. O da ustalarına söylemiş. Ustaları “olur öyle” demiş, “ustalıkla geçer.”

İşbaşı eğitimine katılan bir sosyolog arkadaşımız da var aramızda. İşbaşı eğitim programı, işsizlerin, sahip oldukları mesleki bilgilerini uygulama yaparak pekiştirme, iş ve üretim süreçlerini bizzat görerek öğrenmesini amaçlayan bir program olarak tanımlanıyor.

Bu kişiler resmi verilere göre işsiz sayılmıyor. Kendilerine günlük 50 TL ödeme yapılıyor. Bu ödeme işverenin değil, işsizlik fonunun kasasından çıkıyor. Yani bir işveren, 320 fiili güne kadar hiçbir ücret ödemeden sizi çalıştırabilir.

İşbaşı eğitim programına katılmış olan sosyolog arkadaşımız önce kendisinin şanslı olduğunu söylüyor. “İyi insanlara rastladım” diyor. Konuştukça durumu net bir biçimde ortaya koyuyor: “Psikolojik olarak çalışıyoruz, ama aslında işsiziz. Sigorta primlerimizin ödenmediği, emekliliğimize bile yansımayan bir kayıp dönemi yaşıyoruz. İşbaşı eğitimleri insanı bilinmezliğe iten bir sistem. Umudu çalan bir sistem. Bize işsiz demesinler diye kendimizi kandırdığımız bir sistem.”

Diğer atölyelerden çıkan sonuçlar üzerine konuşuyoruz akşam. Çalışma hayatında yaşanan tüm parçalanmaya rağmen, farklı isimlerle çalıştırılmamıza rağmen, çalışma pratiklerimiz giderek benzeşiyor. Yaşadıklarımızın, ağır sömürü üzerine kurulan bu düzenin ne kadar farkındayız diye soruyoruz birbirimize.

Toplum yaşananların farkına bile varmadan teslim olmuş. Her şeyi normal karşılıyoruz.

Ertesi gün her atölye çalışması kendi sorunlarını ve çözüm önerilerini sundu çalıştayda. İşin özneleri konuştu.

Bizim atölye STFA Meslek Lisesi Elektrik-Elektronik Bölümü öğrencisi Oğuzhan Çalışkan’ın anısına adadı çalışmasını. Çalışkan, 2014 yılında Filli Boya fabrikasında yaptığı staj esnasında elektrik hattı çekerken elektrik akımına kapılıp hayatını kaybetmişti. Atölye çalışmamızın sözcüsü yine stajyerlik yapan genç bir arkadaşımız şöyle diyordu: “Biz o dönemde söz konusu fabrikanın patronunun ‘vicdanım rahat, sorumluluğum yok’ sözlerinin aksine, sorumluluğumuzdan ötürü vicdanımızın rahat olmadığını ve susmadığını buradan ifade etmeyi bir görev olarak ele alıyoruz.”

Vicdanımız rahat değil. Çünkü burada anlattığım küçük örnekler inşa edilen bir rejimin üstü örtülmüş gerçekleri.

Hukukun kâğıt üzerinde kaldığı, işlevsizleştirildiği, kötü çalışma pratiklerinin yasalaştırıldığı bir evredeyiz.

O yüzden egemenlerin hukuku ezilenlerin üzerine çöküyor. Bu karanlığa ‘Hayır’ demek farkında olmakla başlıyor…

İyi bir çalıştaydı Gebze’deki. Emeği geçen herkese teşekkürler.