Kapitalizmin, çıkar ekonomisinin toplum üzerindeki etkisini belki de en yoğun şekilde hissettiğimiz çok farklı bir dönemden geçiyoruz. Dünyanın her köşesinde radikalleşen yönetim tercihleriyle demokrasi, barış, hak ve özgürlükler adına zorlayıcı bir dönem yaşanıyor. Sınıflar arasında uçurumlar yaratan; inançlar, yaşam tercihleri, kimlikler üzerinden ayrımcılığı körükleyen ve sadece güçlü olanı koruyan düzen yeni değil. Ancak özellikle bizim gibi ekonomik bağımsızlığını elde edemeyen, dışa bağımlı ülkeler için koşullar her zamankinden daha keskin. Bu genel durumun yanında ülkemiz özel koşullarının getirdiği katmerlenmiş bir soluksuz kalma halini deneyimliyoruz. Sağ iktidarların elinde yolculuğunu tamamlayamayan aydınlanma devrimleri gerici müdahalelerle planlı bir kültürel yozlaşmayla sınanıyor ve direnmeye çalışıyor. AKP iktidarının, kültürel birikimden yoksun kadrolarla sırtını siyasal İslam’a dayayan dönüşüm hayali uğruna her şeyi yok saydığı sömürü düzeninde sıkıştık kaldık. Yönetilemeyen Türkiye bambaşka bir açmaza sıkıştı. Ne yazık ki artık sadece ekonomik koşullara bağlı olarak değil, demokrasi kriterleri ile de pek çok evrensel ölçüm ve endekse göre az gelişmiş ülkeler kategorisinde yer alıyoruz. Derinleşen sorunlar ekonomik açmazla çözümsüzleşirken halk her gün her anlamda daha da yoksullaşıyor.

***

İçinde bulunduğumuz çıkmazdan kurtulabilmek için yeni bir yönetim anlayışı arayışı içinde olmalıyız. İktidarın bir yanda alabildiğine özgürlük vaatleriyle, öte yanda derin bir nefret kültürü yerleştirerek yürüttüğü ayrımcılık politikalarının örtüşmediğini kavrayamayan bir toplum özenle yaratıldı. Ancak geldiğimiz karanlık tablo içinde iktidar yanılgıya düşürdüğü tüm kesimler tarafından sorgulanıyor. Özgürlüklerin sadece yandaş müteahhitlere, 5’li çetenin şirketlerine, kısacası sermayeye verilişiyle üretim döngüsünden çıkan, tarım alanları, yaşam alanları yağmalanan ülkemiz çölleşirken kamusal hakları elinden alınan, mağdur edilen halkın isyanı 21Mayıs’ta -ortada seçim bile yokken- Maltepe’de kendini güçlü şekilde gösterdi.

***

Yıllarca başta eğitim sisteminden başlayarak kültürsüzleştirme politikalarıyla toplum uyuşturuldu. Halkın başka bir yönetim anlayışını deneyimlemesine olanak veren 31 Mart seçimleri dönüşümün tetikleyicisi olabilir demiştik. 11 büyükşehirden en küçük beldeye kadar yerel yönetimlerin; özelleştirmelerle, ihalelerle, taşeronlarla yönetilen alanlarda çoğulcu, toplumcu belediyecilik anlayışıyla ortaya koyduğu yeni ve farklı hizmet anlayışı yeni bir iktidar deneyimi için azımsanmayacak bir zemin sağlıyor. Toplumsal, yaşamsal sorunlara karşı kamucu, paylaşımcı, dayanışmacı bu yaklaşım en temel sorunların çözümü için gerekli olan bilinç, farkındalık ve paydaşlık noktasında insanları yaşadıkları kentin gerçeklerine ve birbirlerine yaklaştırıyor. Halktan uzak olan iktidarın karşısında halkla birlikte, iç içe yaşanan deneyimle popüler kültürün karşısına yerelden başlayarak evrensele yayılan kültürel zenginlik yeniden tanımlanabilir. Unutturulan ortak değerlerin yeniden deneyimlenmesiyle, beraberce düşünmeyi, eğlenmeyi, sorgulamayı mümkün kılan etkinliklerle, buluşmalarla toplumsal farkındalık daha da güçlenebilir. Öğretilmiş çaresizliğin sorgulanması topluma tutulan aynayla, sanatla mümkün.

***

Yerel yönetimler ekonomik ve kültürel olduğu kadar siyasal bir etki alanına erişebilmek için de önemli. Zorunlu hizmet alanları olan alt yapı çalışmalarının yanına kentin geçmişiyle bugünü arasında sağlam bir köprü oluşturacak, kent sakinlerini bir araya getirecek, duygulardan, ihtiyaçlardan beslenecek, dertleri ve sevinçleri paylaşma olanağı sağlayacak buluşma fırsatları koyulmalı. Bu gerçek ve sürdürülebilir bir kalkınma için olmazsa olmazdır. Sanat insanlık için ortak ihtiyaçları farklı şekillerde tetikleyerek bireyin toplumla bağını kurar, birlikte hissedebilmesine olanak verir. Güçlü, sağlıklı ve ideal toplumsal bir düzen için bireysel yolculuk ve paylaşımla sağlanacak olan aidiyet son derece önemli.

***

İşte böyle bir yaklaşımla, nisan ayında Fındıklı’da Ercüment Çervatoğlu’nun öncülüğünde YayKoop işbirliğiyle gerçekleştirilen Viçe Kitap Günleri; mayıs ayında Ercan Orhan’ın çabalarıyla bir tiyatro sahnesi, kitapevi bile olmayan Borçka’da gerçekleşen ve gençleri, çocukları tiyatroyla ve kitaplarla buluşturan Uluslarası Gençlik Tiyatro Festivali ve Kitap Günleri; Merzifon’da Alp Kargı öncülüğünde bir hafta boyunca türlü sanatçı, siyasetçi ve gazeteciyi ağırlayan Kitap Fuarı çok önemli bulduğum örnekler arasında yer alıyor. Merzifon’da bir Belediye Konservatuarı kuran anlayış, Borçka’da Shakespeare’den Latife Tekin’e uzanan bir sanat şöleni sunan vizyon, atölyelerde sanatla birey arasında kurulan bağ, Fındıklı’da bütçesizliğe sanatı kurban etmeyen, kolektif belediyecilik ile dayanışma kültürünü buluşturan kararlılık değişimin en genç toplum bireylerinden başlaması için yeşeren umuttur.

“İnsanlara insan olduklarını daha sık hatırlatmalıyız. Kötülük her yerde.”*

*Tarkovski