Bir insana ya da bir topluluğa hem fiziksel hem de ruhsal açıdan zarar verecek şekilde sistematik olarak uygulanan zora zulüm demek mümkündür. Biliyoruz ki insanlık tarihi zorbalıkların ve zulmün de tarihi.

Mesela insanlara emek güçlerini satmalarının karşılığında ödenen ücret düzeyinin o insanın yaşamını idame ettirebilmek, kendini ve ailesini yeniden üretebilmek için yeterli olmaması bu tip bir zorbalıktır. Asgari ücretten söz ediyorum. Türkiye’de asgari ücret Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın da itiraf ettiği gibi bir geçim ücreti değil. Çalışamayacak durumda olanlar için öngörülen bir sosyal koruma ücreti.

Geçtiğimiz günlerde siyasi partiler seçim bildirgelerini açıkladı. CHP ve HDP asgari ücret konusunda yaptıkları vaatlerle dikkat çekti. Asgari ücretin geçim ücretine yakın bir düzeye çekilmesinin bir zorunluluk olduğu en azından muhalefetin bu iki önemli partisi tarafından tespit edilmiş durumda. HDP asgari ücret konusunda DİSK’in 1800 net talebini benimsedi. Eğer takip ettiyseniz DİSK asgari ücret artış döneminde yaptığı kampanya ile asgari ücretin neden 1800 net olması gerektiğini gerekçeleri ile ortaya koymuştu. Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir yaklaşık bu düzeyde. Türkiye’de asgari ücret son 35 yıllık dönemde ekonomik büyümeden pay alabilseydi yine bu seviyelerde olacaktı vb.

CHP ise asgari ücretin 1500 TL olması vaadinde bulunmuş durumda. Her iki partinin de çalışma sürelerinin düşürülmesine yönelik vaatleri de var. HDP haftalık çalışma sürelerinin ücret kaybı yaşanmaksızın 35 saate, CHP 40 saate indirilmesini savunuyor.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek asgari ücretin artırılması konusunda, ücretler artarsa bu işçiye zulüm olur demiş. İşçileri bir anlamda işsizlikle tehdit etmiş. “Bu partilere oy verirseniz, bu partiler de sizin dediğinizi yaparsa, kapının önünde kendinizi bulursunuz” demeye getiriyor sözü. Sanki karşısında kendisinden zam isteyen işçiler var.

Oysa elimizdeki veriler insanların ücret düzeyi ile çalışma süreleri arasında ciddi bir ilişkinin olduğunu ortaya koyuyor. Yani ücret düştükçe insanlar ek iş ya da fazla mesai yapmaya zorlanıyor. Geçim ücretini yakalamanın başka bir yolu yok. Dolayısıyla asgari ücretin geçim ücreti olmaması işsizliği dolaylı yoldan artıran bir unsur. Fiili çalışma süreleri ile resmi çalışma süreleri arasındaki haftalık 8 saatlik farkı buradan açıklamak mümkün.

Yani çalışma sürelerinin düşürülmesi ve asgari ücretin geçim ücretine çekilmesi iddia edilenin aksine işsizlikte ciddi bir gerilemeye yol açacaktır. Ancak elbette kâr oranları düşecektir. Sermaye için 12 Eylül rejimi ile tesis edilmiş dikensiz gül bahçesinde dolaşmak artık eskisi gibi kolay olmayacaktır.

Bakan Şimşek belli ki sermayedarı için endişe etmektedir. Kriz döneminde işçileri, işsizleri değil, şirketleri koruyalım felsefesi ile hareket edenlerden başka da bir şey beklemek zaten mümkün değil.

• • •

Zulüm deyince elbette aklımıza önce 100 yıl önce yaşadığımız trajedi geliyor. Bu topraklarda yaşayan bir halkın topyekûn ölüme sürülmesi, yani büyük felaket.

Yüzyıl oldu yüzünü görmeyeli diyordu Nâzım. Tam yüzyıl… Ülkesinde fikirleri ve inançlarıyla özgürce yaşamasına izin verilmemişti. Cezaevinden çıkmıştı. Ölüm tehditleri alıyordu. Çok sevdiği ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Bir çeşit zorunlu sürgün. Arkasında sevdiklerini, en önemlisi İstanbul’u bırakıp gitmişti. Sanki zamanda bir yolculuktu onun için bu. “Aynı daldaydık, aynı daldaydık, aynı daldan düşüp ayrıldık” diyordu. Aramızda yol yüzyıllık.

Dudaklarımda bir süredir bu dizeler. Tekrar edip duruyorum bir parça uyarlayarak.  Yüzyıl oldu ah ahparig diyorum. Tam yüzyıl oldu yokluğunla yaşamaya başlayalı. Sesini duymayalı, yüzüne bakmayalı, selamlaşmayalı. Sesin çarşıda, oturduğum apartmanda, dolaştığım sokakta, gittiğim konserde, parklarda eksik. Oysa ne kadar çoktunuz mesafeler akmadan önce. Şimdi sesin sadece rüzgârın fısıldayışlarında, türkülerde senden kalan. Ah ahparig yüzyıl oldu. Aynı daldaydık, aynı daldaydık, aynı daldan düşüp ayrıldık. Aramızda yüzyıllık acı, yüzyıllık utanç. Varlığını duyumsayıp yokluğunu yaşamak ne zordur bir şeyin…

Biliyorum bazı yaralar kapanmaz. Ama en azından dünya sadece farklılıkları kışkırtıp kendi açgözlülüklerini kanla, kinle beslemeye çalışanlardan ibaret değil. Kim olduğuna, kimin yaptığına bakmadan bu aç gözlülükle mücadele edip yaşasın halkların kardeşliği diye haykırmanın zamanıdır.