Türkiye hem ekonomik hem siyasal bir krizin içinde. Siyasetle ekonomiyi birbirinden ayrıştırmaya daha doğrusu bu ilişkiyi saklamaya çalışan egemen diskur da artık işlevini yerine getiremez hale geldi. Her şey gün gibi ortada. Türk Lirası yabancı paraları karşısında hızla eriyor. Tüketici güveni yerlerde.

Türk Lirası son 3 ayda sadece Dolar ve Euro karşısında değil, hemen hemen bütün para birimleri karşısında değer kaybetmişe benziyor. Kayıp oranı yüzde 15’ler civarında. Güney Afrika’dan, Rusya’ya, İran’a, Pakistan’a, Suudi Arabistan’a kadar bu böyle. Yani şimdi onlar düşünsün diyecek bir durum yok. Bu ülkelere gittiğinizde paranızın göreceği değer düşmüş durumda.
Türkiye çok öncelerden öngörülebilen riskleri de üstlenerek, hatta o riskleri bir yaşam biçimi haline getirerek fiili bir tek adamlık rejiminden anayasal bir tek adamlık rejimine doğru sürükleniyor. Bu sürüklenme belli ki ülkeyi bir uçurumun kenarına kadar getirdi. Ve biliyoruz ki Anayasa referandumunda çıkan sonuç ne olursa olsun ülkeyi uçuruma itmek için bir el yanı başımızda bekliyor. Bu elin kimin eli olduğuna mı, yoksa nasıl uçurumun kenarına kadar geldiğimizi mi tartışmalı bilemiyorum. Ama nedenleri sorgulamayan ama sonuçlarla kavga etmeyi seven bir toplumuz. O yüzden neden bu haldeyizi sorgulamak yerine, sorumluluğu orda burada aramamız doğal. Ama somut bir gerçek var. Nedenleri ortadan kaldırmazsanız sonuçlarla boğuşmaya devam edersiniz.

Türkiye zorla yeni bir rejim inşa sürecine doğru itiliyor. Halkın iradesi yani karar vermek gücü, tek bir kişinin iradesine bırakılmış durumda. Pazartesi günü milletin vekili vasfı ile mecliste bulunan iktidar partisi mensuplarının kendi özgür iradelerinin nasıl gasp edildiğine utançla tanıklık ettik.

Kapalı oy kişinin kendi iradesi ile oy kullanmasını garanti altına almak için gündeme getirilen bir uygulamadır. Kişilerin ne oy verdiğinin birileri tarafından gözetlendiği, not edildiği, denetlendiği koşullarda o kişinin özgür iradesinden bahsetmek mümkün değildir.

O zaman bu oylamalarla ne gibi bir irade tecelli edecektir. Bir kişinin iradesini tüm toplum üzerinde hâkim kılmaya çalışmak, bu toplumu 100 yıl geriye götürmek görünen o ki pek de kolay bir iş değildir. Ülkenin sinir uçları ile oynayarak, uçurumun kenarında yapılan dansı toplum olarak ağır bir bedel şeklinde ödeme riskimiz büyüktür.

Cemal Süreya bir şiirinde “Ama her şey geç gelmiyor mu yurdumuza /1929 buhranı bile geç gelmemiş miydi / Eksikliğe mi alışmışız, mutsuzluğa mı yoksa” der.

Geç gelen bir şey yok bu aralar, göz göre göre geliyor karanlık.

Ama bu ülke bizim. Kimseye bırakmaya da niyetimiz yok! Cemal Süreya’dan bitirelim yine “Ne demiş uçurumda açan çiçek /Yurdumsun ey uçurum”

Umuda ve direnmeye…