Google Play Store
App Store

Yeryüzünü göksel bir haritaya göre biçimlendirmeye çalışıyor ve istikbali göklerde arıyoruz. Ama yürürken gökyüzüne baktığımız için hep tökezliyor ve bataklığa düşüyoruz

Yürümeye ne dersiniz?

Karşıyız biz, karşının taksisiyiz. Kendimizi karşıtlıklar üzerinden tanımlıyoruz. Karşı olduğumuz kavramların önüne “anti” ekini getirerek adlandırıyoruz kendimizi. “Kimsiniz?” diye sorduklarında, “anti”lerimizi sıralıyoruz: “Şuna karşıyım, buna karşıyım.” “Peki, kimsiniz?” diye ısrar etseler, kendimizi tanımlamakta zorlanıyoruz. İnsan kendini tanımlamakta zorlanır gerçekten. Çünkü insan tanımlara sığmayacak kadar çoktur. Çoklukla baş edemediği için ikili karşıtlıklar üretip kutuplardan birinde yer almayı ya da kendini ötekinin karşıtı olarak tanımlamayı yeğliyor. Böylesi çok kolay. Önce olumsuzu tanımla ya da kendinde eleştirdiğin tüm özellikleri ötekine yükle, sonra da olumsuz olana yüklediğin niteliklerin karşıtı olarak kendini konumla.

İktidar da bir karşıtlık olarak kuruluyor; yasaklar koyan, bizi kısıtlayan bir karşıtlık. Oysa ilişkilerimizi gözden geçirirsek iktidarın biz olduğunu, ilişkilerimizde iktidarı durmadan ürettiğimizi fark edeceğiz. Bedenlerimiz tek merkezli olarak inşa edilmiştir çünkü. Yerleşik hayata geçtiğimizde göçebe bedenlerimizi de yerleştirmek zorunda kaldık ve tıpkı yerleşiklerin eş merkezli çemberler şeklinde mekânda örgütlenmesi gibi bedenlerimizi de tek merkezli bir mekân haline getirdik. Merkezdeki çember, iktidarın yeridir; iktidar tarafından doldurulmuştur. Bu yüzden “iktidar her yerdedir”, Foucault haklı. İktidarı dışarıda aramayın, nereye giderseniz gidin, iktidarı da yanınızda taşıyorsunuz.

11. yüzyıldan kalma labirent şeklinde tasarlanmış Latince bir metin; “EST” sözcüğü hemen gözümüze çarpıyor. En merkezdeki çemberde yer alıyor çünkü, en korunaklı yerde, iktidarın yerinde. “Est”, değişimin, dönüşümün, çokluğun dışarıda bırakıldığı çemberin içindeki varlığı tanımlıyor. Ve bu varlık göksel ve kutsal olan, değişmez bir varlıkla ilişkilendirilmiştir. Metinde “Meryem Göğe Yükseldi” yazıyor ve biz de Meryem ile birlikte göğe yükseliyoruz. Gökler kutsalın, mutlak düzenin, değişmezin yeridir, yani kozmosun. Yeryüzü ise akışkan varoluşların. Gökyüzünde değişmez formlar vardır, yeryüzünde ise değişim, dönüşüm. “Est” sözcüğü varlığı doğrudan göksel haritaya bağlıyor. Ve yeryüzünün akışkan bedenleri, göksel formlarla sabitleniyor. Bize form dayatan İktidar, göklerdedir. Gökyüzünde sabit yıldızlar, takımyıldızlar, hep aynı yörüngede dönen gezegenler gördüğümüzden beri yeryüzünü aşağıladık. Yeryüzünü göksel bir haritaya göre biçimlendirmeye çalışıyor ve istikbali göklerde arıyoruz. Ama yürürken gökyüzüne baktığımız için hep tökezliyor ve bataklığa düşüyoruz. Kılavuzu iktidar olanın burnu bataklıktan çıkmıyor.

Modern zamanlarda yine “ya/ya da”cı tuzağa düşürüldük. “Ya iktidar ele geçirilir ve iktidar olunur ya da iktidar bütünüyle yadsınarak politika alanı iktidarın mutlak reddi biçiminde tanımlanır… Ya Reich ya Cumhuriyet ya da anarşi”diye yazıyor Antonio Negri (Porselen Yapımı, Monokl). Politika alanını çoktanrıcılıktan tek tanrıcılığa geçiş olarak deneyimlediğimizi söylüyor. Seçimin sonucuyla birlikte, öncesinde deneyimlenen çoktanrıcılığı terk edip tektanrıcı bir düzene geçiyoruz. Çoktanrıcı ya da tektanrıcı, her ikisi de aşkın bir hakikate dayanıyor. Aşkın bir iktidara devrediyoruz, kudretimizi ve yaşamlarımızı. Çünkü iktidar içimize yerleştirmiştir. Yeryüzüne bakmak yerine gökyüzünde aşkınlıklar arıyoruz.

Yeryüzüne karşı olmak, kurucu olmamızı engelliyor. Tepkisel davrandıkça, yeryüzünde etkin olarak var olamıyoruz. Kendi mekânlarımız ve zamanlarımızda yaşamak yerine tek bir mekân ve zamana sıkıştırıldık. Bizi hareket ettiren iktidardır, iktidara göre davranıyoruz. Bu yakanın ya da karşı yakanın, fark etmez, taksiye biniyoruz. Biyolojide “taksis”, bir dış uyarana tepki veren organizmanın tepkisel davranışını tanımlıyor. Örneğin organizma ya ışığa yönelir ya da ışıktan kaçar. Bizi uyaran iktidardır. Yasalara ya boyun eğiyor ya da ihlal ediyoruz. Oysa yasa koymak ve yasayı ihlal etmek aynı madalyonun iki yüzüdür. Düzen, kendi ihlalini üreterek işliyor. Bir tarafta yasa koyucu Kant, öte yanda yasayı ihlal eden Marquis de Sade. Göksel yasayı ihlal et ve hazzı yaşa. Yeryüzünün akışlarını kesintiye uğratan hazlardır. Bir taksiden in, diğerine bin. Argoda da “dolmuşa binmek” tabiri var; aldanmak anlamına geliyor. Yürümeye ne dersiniz? Yerin yüzünde, yerin kuvvetleriyle birlikte yürümeye?