Hakikatle başlayalım: Ne kadar eğitimli olursak olalım, eğer sosyal medya ekosisteminde yaşıyorsak kandırılabilir varlıklarız. Tek fark şu ki hepimizin farklı kandırılma eşikleri olabilir; kimimiz çok kolay, kimimiz çok zor kandırılabiliriz. Çünkü bu teknolojinin gerektirdiği müfredatla eğitilmedik. En eski yaygın sosyal medya platformu 18 yaşında, hadi öncülleriyle 20 yaşında diyelim. Pek çoğumuzun sosyal medyayla tanışıp burada geçirdiği süre ise daha kısa. El yordamıyla ilerliyor, her geçen gün biraz daha gelişiyoruz. Haziran ayında bu köşede yazdığım bir yazıda doğru sosyal medya kullanımı için üç temel stratejiden bahsetmiştim. Bunlar; dinlemek, nerede olduğunu bilmek ve beklemekti. Çünkü algoritmalar gerçek bir dinlemeyi engelliyordu, internetin bir haritası olmadığı için nerede olduğumuzu unutuyorduk ve sosyal medyanın hızını gerçek hayatın hızıyla karıştırdığımız için bekleyip doğru karar vermeyi ihmal ediyorduk. Bence üçlü bizim temel davranış setimiz olmalı. Bu yazıda bu üçlünün üzerine bir madde daha eklemek istiyorum o da hazırlıklı olmak. Yani tıpkı virüslere karşı aşılandığımız gibi yanlış bilgiye karşı da aşılanmamız gerekiyor.


AŞILANMA NEDEN ÖNEMLİ?

Dezenformasyonla mücadelede pek çok yöntem var. Bunların en önemlileri elbette doğrulama işi ve bu işi yapan platformlar. Ancak doğrulama platformlarının şöyle bir açmazı var: Bir doğrulama platformuna bakmak için belli bir eşiği aşmış olmak gerekiyor. O eşik de şüphelenme eşiği. Haliyle, şüphelenmek için de yanlış bilgiye hazırlıklı olmak şart. Hazırlıklı değilseniz zaten bir doğrulama ihtiyacı duymuyorsanız ve o noktada doğrulama platformları devreye giremiyor. Doğrulama işiyle ilgili ikinci sorunsa, insanların kuvvetli inançları karşısında (ideolojik, dini, duygusal) hakikatin geri tepme etkisi yaratma riski. Yani bir insan, iddiası ve inandığı şey belgesiyle yalanlandıktan sonra bile ikna olmayabilir. Bırakın ikna olmayı, yalanlanan inancına daha kuvvetli inanmaya başlayabilir. Bunun pek çok örneği var ve aslen Brendan Nyhan ve Jason Reifler isimli araştırmacıların çalışmalarıyla ortaya koyulmuştu. Öyleyse doğrulamanın önemini yadsımamakla birlikte, bu riskleri yok etmek için yeni enstrümanlara ihtiyaç var. Kuşkusuz bunun yolu eğitimden geçiyor ve ‘yanlış bilgiye karşı aşılama’ dediğimiz şey de bir tarz eğitim. İnsanların duygusal olarak inanmaya meyilli olduğu haberleri doğrulayıp onları karşımıza almak yerine, farklı konularda hazırlanmış yalan haberlerle yüzleştirmeye dayanıyor. Örneğin mülteci ya da göçmenlerle ilgili önyargıları olan birine, yalan olduğu kanıtlanmış mülteci haberlerini doğrulayarak yol almak mümkün olmayabilir ama bambaşka bir konuda aynı tekniklerle hazırlanmış yalan haberlerle yüzleştirmek, ilerisi için bir fark yaratabilir.

Aşılama teorisi zaten bir süredir bilinen ve konuşulan bir yaklaşım. Ancak yeni araştırmalar da bu teoriyle ilgili yeni bulgular içeriyor. Google’ın topluma yönelik tehditleri araştırmak ve bunlara karşı çözümler bulmakla ilgili birimi Jigsaw araştırmacıları 24 Ağustos 2022’de, bu konu hakkında en büyük çalışma olan yeni bir araştırma yayınladı. Bu araştırma, kullanıcıları yanlış bilgiye karşı aşılamayı amaçlayan beş kısa video hazırlanmasıyla başlamış. Bu videolar, hâlihazırda Google bünyesinde olan Youtube’ta beş milyon kişiye gösterilmiş ve bir milyon izlenmeye ulaşılmış. Bu videoları izleyenlerden oluşan bir gruba ve izlemeyen kontrol grubuna, manipülasyon tekniklerini değerlendiren aynı soru yöneltildiğinde, videoları önceden izleyip aşılananların yüzde 5-10 daha iyi durumda olduğu görülmüş. Videoların YouTube gibi aşırı dikkat dağıtıcı bir ortamda izlenmiş olması, soruların yine orada yöneltilmesi açısından da düşünüldüğünde bulguların önemi büyük. Bu aşılama işinin daha iyi bir ortamda yapıldığında çok daha iyi sonuçlar verebileceğini düşünüyorum.

HIZLI AŞILAMA İÇİN NE YAPILABİLİR?

Türkiye önemli bir seçime hazırlanıyor. Manipülasyon, dezenformasyon ve mezenformasyonun cirit atacağı günler bizi bekliyor. Hükümet dezenformasyonla yasalar aracılığıyla mücadele edeceğini düşünüyor ama bunun tam teşekküllü bir sansür sopasına döneceğini tahmin etmek zor değil. Ancak böyle söylemek de dezenformasyonu yok etmiyor. Çünkü biliyoruz ki dezenformasyon var ve hep olacak. Buna karşılık, tam teşekküllü bir dijital medya okuryazarlığı eğitimini bu kadar kısa sürede vermek ya da eğitim sistemine entegre etmek de mümkün değil. Kaldı ki oy kullanacakların büyük bir bölümü de yaş itibarıyla eğitim sisteminin dışında. Öyleyse siyasi partilere, sivil toplum örgütlerine, belediyelere, hatta medya kuruluşlarına; her yaş ve eğitim düzeyine uygun olarak YouTube araştırmasındaki gibi videolar hazırlamak, hazırlanmışlar varsa onların yayılmasına yardımcı olmak, bunları izletecek etkinlikler planlamak düşüyor. Reklama ayrılan bütçenin bir kısmını buna ayırmak akıllıca bir iş olur. Çünkü dezenformasyon öyle tehlikeli bir silah ki, kimi ne zaman vuracağı asla belli olmaz. İşimize gelen dezenformasyona göz yummak da hiç işimize gelmeyeceklere de verilecek bir örtülü destekten başka bir anlama gelmez. Bu yanlış bilgi ve kaos ortamından, bu krizden ancak ‘hakikati’ öne çıkararak çıkılabilir. Bunun için de yapılacak en acil iş, toplumu yanlış bilgiye karşı aşılamaktır.