Almanya böyle zenginleşti
Türkiye’den Almanya’ya göçenler, onların çocukları ve yeni kuşaklar, bu ülkeye sadece ekonomik açıdan değil, sanat ve kültürden spora birçok alanda önemli katkılarda bulunuyor, önemli başarılar hediye ediyorlar. Sağcılar hariç Alman toplumunun önemli bir bölümü bu örnekleri ülkenin zenginliği olarak görüyor. Devletin ya da sivil toplumun en önemli ödülleri, madalyaları, katkıları nedeniyle onore edilmeleri için bu insanlara veriliyor.
Almanya, Türkiye’den göçün 60’ncı yılında elbette halen birçok insan için “acı vatan” olmaya devam ediyor. Ancak madalyonun bir de öbür tarafı var. Her şeyden önce buradaki birinci kuşak göçmenlerden birçoğunun büyük minnettarlıkla vurguladığı gibi, bu ülkeye göç Anadolu’nun yoksul insanına refah içinde bir yaşam sunabilmiş.
Örneğin 60’larda Almanya’ya tek başına giden, şimdi hepsi Almanya’da yaşayan 50-60 kişilik ailesindeki çocuklarının ve torunlarının eğitim ve mesleki süreçlerindeki başarılarını gururla anlatan bir büyükbabanın sözleri bu durumu özetliyor:
“Türkiye’de kalsaydım muhtemelen köyümde çobanlık yapmaya devam edecek, yoksulluk içinde yaşayacak ve şimdi hepsi üniversite bitirmiş olan çocuklarıma rahat bir yaşam sağlayamayacaktım. ”
Göçün hem Türkiye’ye hem de Almanya’ya çok büyük ekonomik katkısı oldu. Almanya işgücü açığını kapattı, savaş sonrası toparlanma süreci göçmen işçilerin katkılarıyla tamamlandı. Almanya’daki işçilerin Türkiye’deki ailelerine gönderdiği paralar, Türkiye’ye taşıdıkları tasarrufları, Türkiye’deki yatırımları uzun yıllar boyunca devasa bütçe açıklarının kapatılmasında, ekonominin döviz ihtiyacının karşılanmasında en önemli kaynaklar arasında yer aldı.
Almanya’daki Türk marketlerinin rafları Türkiye’de üretilmiş gıda ürünleriyle dolu. Hatta Almanya’nın en büyük market zincirleri bile Türkiye’den ithal ettikleri ürünleri raflarına yerleştirerek pazar paylarını artırmaya çalışıyor. Bu nedenle Türkiye’deki birçok gıda üreticisinin ihracatında en büyük pay Almanya’nın…
GÖÇ EKONOMİSİ
Göç sürecinin Almanya’ya ekonominin dışındaki alanlarda da katkısı oldu. Koranavirüs salgınıyla mücadelenin en önündeki bilim insanları Özlem Türeci ve Uğur Şahin’in 60’lı yıllarda çalışmak üzere Almanya’ya göç etmiş insanlarımız çocukları olması bunun en çarpıcı örneği. Başkaları da var. Örneğin Almanya’da “Yılın Doktoru” seçilen Dr. Dilek Güngör, Avrupa’da yapay kalp nakli gerçekleştiren ilk ve tek kadın hekim olarak tarihe geçti.
Türkiye kökenliler, çalışmalarıyla, ürünleriyle, yaratıcılıklarıyla, başarılarıyla günümüz Almanya’sının bilim, kültür, sanat, spor ve siyaset dünyasına, sendikal mücadeleye kalıcı katkılarda bulunuyor, ülkeyi zenginleştiriyorlar. Uluslararası platformlarda, yarışmalarda Almanya’yı temsil ediyorlar, bu ülkeye saygın ödüller, şampiyonluklar kazandırıyorlar.
Prof. Dr. Özlem Türeci ve Prof. Dr. Uğur Şahin.
Bir bölümünü burada isimleriyle anmaya çalıştığımız bu insanlarımızın çoğunluğu Türeci ve Şahin, gibi Almanya’da doğmuş ya da çok küçük yaşlarda bu ülkeye gelmiş, eğitim ve mesleki kariyerlerini burada gerçekleştirmiş. Bir bölümü de eğitimini Türkiye’de yapmış, çeşitli nedenlerle Almanya’ya gelmiş ve çalışmalarını orada sürdürmüş, ürünlerini, eserlerini orada vermiş, başarılarına orada erişmiş insanlar. Türkiye’deki baskılar, engeller nedeniyle Almanya’ya yerleşmek zorunda kalan çok sayıda sanatçımız, aydınımız da bunlar arasında.
Yabancı düşmanı ve sağcılar hariç Alman toplumunun da önemli bir bölümü bu örnekleri ülkenin bir zenginliği olarak görüyor. Devletin ya da sivil toplumun en önemli madalyalarını, ödüllerini bu insanlara vererek, katkılarından dolayı onları onere ediyorlar.
Sadece başarılar değil bu ödüller. Berlin’deki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda sosyal çalışmalarıyla nedeniyle, toplumlar arası barışa ya da entegrasyona katkılarından dolayı kendilerine “federal liyakat nişanı” verilen çok sayıda insanımız var. Elbette, özellikle Türkiye’deki anti demokratik gelişmeler nedeniyle krize giren iki ülke ilişkilerinin sürekliliğinin en önemli nedeni karşılıklı ekonomik ve siyasal çıkarlar. Ancak iki ülke arasındaki kalıcı bağların başka kaynakları da var: Türkiye ve Almanya’daki birçok kent, kasaba arasındaki “kardeşlik”ler, sinema, tiyatro, edebiyat festivalleri...
Özellikle Almanya’daki Türkiye kökenli göçmenlerin çabalarıyla gerçekleşen bu kardeşliklerin, festivallerin iki ülke arasındaki bağların güçlenmesine, karşılıklı alışverişin, halklar arasındaki dostluğun gelişmesine büyük katkısı var. Geçenlerde Frankfurt’ta bir meydana “Eskişehir” adının verilmesini böyle görebiliriz. Sayıları fazla değil, ancak Almanya’nın çeşitli kentlerinde yerel yönetimlerin kararıyla Türk adı verilmiş başka mekânlar da var. Ancak bunların hemen hepsinin ardından hüzün veren bir tarih var. Çoğunluğu sağ terör saldırılarında yaşamını yitirmiş, ağır yaralar almış insanlarımızın anısının unutulmamasını hedefliyor. Solingen ve Hamburg’da olduğu gibi... Frankfurt’ta üç yıl önce tren yoluna düşen insanları kurtarmaya çalışırken yaşamını yitiren 17 yaşındaki Türk genci Alptuğ Sözen’in adının olayın meydana geldiği metro istasyonuna verilmesi, toplumun bu örnek cesarete layık bir teşekkürü oldu.
***
BASKIDAN GELMEYE BAŞLADILAR
1977’den beri Almanya’da yaşayan tanınmış ressam Mehmet Güler, Türkiye’de çalışma ortamı bulamadığı için bu ülkeyi tercih etmek zorunda kalmıştı.
Türkiye’deki baskılar birçok sanatçının ülkeyi terk edip, başta Almanya olmak üzere çeşitli ülkelere göç etmelerine neden oluyor. 70’li yıllarda başlayan bu süreç halen devam ediyor. Kendi alanlarındaki sanat ve kültür kurumlarında, üniversitelerde çalışmaları engellenen, sergileri sabote edilen, eserlerini üretebilmek için gerekli maddi kaynakları ellerinden alınan ya da ülkedeki antidemokratik, hukuksuz ortamdan bunalan birçok sanat ve kültür insanı, Almanya’yı kendilerine ikinci vatan edinmiş durumda.
Ressam Mehmet Güler, Almanya’daki bu başarılı Türkiye kökenli sanatçıların öncülerinden. Eşi ve küçük çocuğuyla birlikte 1977 yılında, Türkiye’ye terk edip “serbest sanatçı” olarak çalışmak üzere Almanya’ya gelen Güler’in eserleri şu ana kadar Amerika’dan Japonya’ya birçok ülkede yüzlerce kişisel sergi açtı. Geldiğinden beri yaşamını ve çalışmalarını sürdürdüğü Kassel şehrinin “sanat elçisi” oldu.
Bazı eserleri başta Federal Meclis (Bundestag) olmak üzere çeşitli kurumlar ve müzelerde sürekli sergilenen Güler’in Malatya’nın Doğanşehir ilçesinin Söğüt köyünde başlayıp, Almanya’nın ortasındaki Kassel kentine, buradaki dünyanın en ünlü sanat mekânlarından “documenta-Halle”ye uzanan yaşamı aynı zamanda Almanya’ya Türkiye’den sıradışı bir göç öyküsü…
Güler, 1944 doğdu. 1962’de Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’ne girdi. 1965 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nden mezun olduğunda hayali ve tek arzusu mezun olduğu okulda öğretim görevlisi olarak çalışmakta. Bunu başardı. Bundan sonraki hedefi Avrupa’da ihtisas yapmaktı. İki yıl asistanlık süresinden sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nın açtığı bir yarışmayı kazanarak Kassel kentine geldi. Kassel Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki öğrenimini tamamlayarak “üstün derece” diplomasıyla tekrar Ankara’ya görevine döndü. Sanatçı olarak tüm başarılarına ve mecbur olmadığı halde Almanya’dan aldığı diplomasına rağmen layık olduğu ve istediği kadrosu verilmedi. 1977’de tekrar Almanya’ya serbest sanatçı olarak döndü. 200’den fazla kişisel sergi açan, sayısız karma sergi ve biennal, triennallere katılan Güler’in yapıtları, şimdiye kadar Türkiye, Almanya ve İtalya’da 16 kez ödüllendirildi. Yaşadığı Kassel kenti 2014 yılında onu Altın Rozet Onur Ödülü’yle onurlandırdı.
Güler’in “Özgürlük” adını verdiği heykeli geçtiğimiz hafta sonunda
Frankfurt yakınlarındaki Bad Vilbel kenti heykel parkında açıldı.
Güler, göçün 60’ncı yılıyla ilgili olarak şunları anlattı: “Göçün 60’ncı yılı denince genellikle işçi göçü sözkonusu oluyor. 60’lı yıllarda Türkiye’den sanatçı gelmiyordu. Ancak daha sonra Türkiye’deki olumsuz politik gelişmeler nedeniyle bazı sanatçılar da Almanya’ya geldiler. Aslında ben ikinci bir akademik ihtisas için Almanya’ya geldim. Ve şu anda yaşadığım Kassel kentinde Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki öğrenimimi tamamlayıp, tekrar döndüm. Çünkü Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde görevim vardı. Orada öğretim üyesiydim. Buradaki öğrenimim ikinci bir akademik kariyer oldu. Fakat 1976’da döndüğümde, Türkiye’de kaoatik, politik bir durum yaşanıyordu. Özellikle benim çalıştığım Gazi Eğitim Enstütüsü’nde durum çok karışıktı. Ülkemi terk ederek, eşimle, çocuğumla her şeyi silerek yeni baştan sonu belli olmayan bir maceraya atılıyordum. Kolay bir karar değil. Tüm dünyadan şansını denemek için gelen sanatçıların olduğu Almanya gibi bir ülkeye gelip, ben de serbest sanatçı olarak şansımı denemeye karar vermiştim. Almanya’daki öğrenim sırasında tanıdığım dostların, kişiler bana ‘iyi düşün’ uyarısında bulundular. “Almanya’da ‘soğuk suya’ atlamak diye bir tabir vardır. Sen bunu yapıyorsun. İyi düşündün mü?” diye uyarmışlardı.
ÜLKEM İÇİN ÜZÜLÜYORUM
Güler, Türkiye’de özgürce çalışamadığı, ilerleme şansı bulamadığı için ilk fırsatta yurtdışına çıkmak isteyen sanatçılara ilişkin görüşleri ve tavsiyelerine ilişkin sorumuzu da şöyle yanıtlıyor:
“Tabii aslında bunu ben de yaptım. Ülkemi terk ettim. İki akademi bitirmiş, asistanlık sınavlarını kazanarak öğretim görevlisi kadrosunu hak etmiştim. Ülkemin bana ihtiyacı vardı, ama onlar ‘Bizim sana ihtiyacımız yok’ dediler. Benim Gazi’de çalıştığım dönemde zayıf olduğu halde geçerli not vererek yardımcı olduğum birisini, Almanya’dan döndüğümde Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nde yani benim alacağım kadroda öğretim görevlisi olarak gördüğümde çok şaşırmıştım. Şimdiki gençlerin orada kendilerine gelecek göremeyip, Avrupa, Amerika, Kanada’ya gitmek için çaba harcamaları tabii çok acı. Ülkem adına üzülüyorum. Ama kalkıp da onlara ‘Gelin burada şansınızı deneyin’ de diyemem.”
***
Fatih Akın’dan Can’a...
Almanya’da sinema ve tiyatroda oyuncu, yönetmen olarak çalışan ya da stand-upçı olarak sahneye çıkan çok sayıda sanatçı bulunuyor. Bunlardan bir bölümü şöyle:
Fatih Akın
Özay Fecht, Renan Demirkan, Almina Bağrıaçık, Sibel Kekili, Lale Yavaş, İdil Güner, Buket Alankuş, Lady Bitsch (Reyhan Şahin), Aysun Bademsoy, Tayfun Bademsoy, Erden Alkan, Adnan Maral, Aykut Kayacık, Birol Ünel, Bora Dağtekin, Erdoğan Atalay, Erol Sander, Fatih Akın, Tim Seyfi, Neco Çelik, Mehmet Kurtuluş, Haydar Zorlu, Meray Ülgen, Şinasi Dikmen, Muhsin Omurca, Serdar Somuncu, Bülent Ceylan, Django Asül (Uğur Bağışlayıcı), Fatih Çevikkollu, Eko Fresh (Ekrem Bora), Murat Topal, Kaya Yanar, Mehmet Fıstık.
Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli yazarların bir bölümü sadece Türkçe, bir bölümü sadece Almanca, bir bölümü de her iki dilde eserler veriyor, böylece Türk ve Alman edebiyatına, sonuç itibarıyla da ortak edebiyata katkıda bulunuyorlar. Bunlar arasında çalışmak üzere ya da siyasi nedenlerle Almanya’da gitmiş, bu ülkede bir süre yaşayıp, Türkiye’ye dönmüş ya da bu ülkeye yerleşmiş, önceki gün yaşamını yitiren Doğan Akhanlı gibi ömrünün sonuna kadar burada kalmış olan yazarlar da bulunuyor. Bir bölümü şöyle: Emine Sevgi Özdoğan, Şaliha Scheinhardt, Dursun Akçam, Fakir Baykurt, Aras Ören, Güney Dal, Habib Bektaş, Zafer Şenocak, Yüksel Pazarkaya, Selim Özdoğan, Bekir Yıldız, Feridun Zaimoğlu.
Çoğunluğu futbolcu elbette, ancak çim hokeyinden atletizme çeşitli spor dallarında başarılı olan, Almanya adına olimpiyatlara katılan sporcuların büyük çoğunluğu Almanya doğumlu. Örneğin Japonya’da gerçekleştirilen olimpiyatlardaki Almanya ekibinde yer alan Deniz Elmas (atletizm), Selin ve Timur Oruz kardeşler (çim hokeyi).
Türkiye’de antrenör olarak çalışan Mithat Demirel, 2000’lerde Almanya basketbol milli takımı ve ALBA Berlin’in en başarılı oyuncuları arasındaydı. Almanya’nın kadın basketbol milli takımında da Hicran Özen oynuyordu.
Çalışmalarıyla bilim dünyasına önemli katkıları olan Türkiye kökenli bilim insanlarından bazıları şöyle:
Prof. Dr. Özlem Türeci ve Prof. Dr. Uğur Şahin (Çeşitli uluslardan bilim insanlarından oluşan ekipleriyle korona salgınına karşı ilk ve en etkili aşıyı geliştirdiler).
Prof. Dr. Metin Tolan (fizikçi, Göttingen Üniversitesi Rektörü).
Prof. Dr. Zümrüt Özbay (Avukat. 1998’de 28 yaşındayken Almanya’nın en genç profesörü oldu).
Prof. Dr. Onur Güntürkün (Bochum Ruhr Üniversitesi, Biopsikoloji Kürsüsü Başkanı).
Dr. Ahmet Lokurlu (Aachen. “Güneşi soğutan adam”. 2004 BM Dünya Enerji Ödülü).
Prof. Dr. Yasemin Karakaşoğlu (Bremen Üniversitesi Kültürlerarası Eğitim).
Prof. Dr. Şahin Albayrak (Berlin Teknik Üniversitesi, Yapay Zeka Laboratuvarının Kurusu)
Dr. Dilek Gürsoy (Düsseldorf, Kalp cerrahı, 2019 Yılın Hekimi)
***
Eserlerinde Doğu ve Batı kültürlerini karşılaştırıyor
80’li yılların ortalarına kadar yapıtlarında Anadolu ve kırsal kesimdeki insan–doğa ilişkisi, Anadolu kadınlarının yaşam savaşlarını konu edinen Mehmet Güler, bu dönemde ağırlıkla figuratif eserler verdi. Daha sonra da Doğu ve Batı kültürleri arasındaki farkları, bu kültürlerin birbiriyle karşılaşmasını, birbirleri üzerindeki değişim ve etkilerini yapıtlarına konu aldı. Bu konularla ilgili yapıtlarının çoğu “İlk karşılaşma”, “Diyalog”, “Diyalog Girişimi”, “Kontralar” gibi isimler taşıyor. Son yıllarda eserlerine Mehmet Güler, Berlin’de yayımlanan ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında modern sanata damgasını vuran 100 sanatçının tanıtıldığı kitapta yer alan Türkiye kökenli iki sanatçıdan biriydi.