Irkçılığın Fransız halleri
Fransa ve Avrupa sokaklarını saran ırkçılığı anlamak için neoliberalizmin doymak bilmez arzusunu ve sermayenin köleleştiremedikleri ile kurduğu ilişkiyi analiz etmek gerekiyor.
Esmeray YOĞUN, Akademisyen
Genç Nahel’in 27 Haziran sabahı Nanterre’de ölümü, ülkede derin bir duygu ve öfke dalgasını tetikledi. Aslında Nahel’in acımasız katli, artan sosyal eşitsizlik ve giderek artan yoksulluğa karşı bir kıvılcım görevi gördü ve ülke genelinde birçok şehirde acilen siyasi yanıt arayan bir isyanı tetikledi. Sokakta adalet arayan banliyölerden gelen yoksul gençlerle karşı karşıya kalan hükümet, çareyi güvenlik önlemlerini arttırmakta buldu ki bu yanlış karar yoksulluğa ve eşitsizliğe karşı isyan eden kesimi daha da öfkelendirdi. Sermaye yanlışı Macron hükûmeti, caniliğini, beceriksizliğini maskelemek için Nahel’in öldürmesine sessiz kalmayıp sokaklara dökülen gençleri hedef alarak sermayeyi hoş tutmaya çalışmaktadır. Ülke çapında süregiden isyan ateşinin dumanından bile korkan sermayedar ya da hükûmet yanlısı kesim ise oldukça tedirgin.
Biraz daha derinden bakacak olursak, bu yoksul mahallelerde, ırkçılığın, polis şiddeti ile harmanlanan haksızlık ve ayrımcılık, mahalle sakinleri için adeta sıradanlaştığını söylemek yerinde olacak. Neoliberal kemer sıkma politikaları nedeniyle kamu hizmetlerinin, sosyal devletin ve eşitliğin yok edildiği bu mahallerde hayatta kalmak hiç de kolay değildir. Oralardan başka bir hayatı düşünmek ise sadece romantik bir düş.
DERİNLEŞEN EŞİTSİZLİK
Fransa’da, en zengin %10’luk kesim ulusal servetin yarısından fazlasını elinde bulundururken, en yoksul %50’lik kesim pastanın %10’undan azını paylaşmakta. Bu ne demek?
Bu demek oluyor ki kriz dönemlerinde daha da zenginlesen bir azınlık ve karşılığında da gittikçe daha da yoksullaşan bir başka azınlık ayni ülkede iki ayrı dünyayı yaşıyor. Özellikle Covid-19 sonrası rakamlar tüyler ürpertici bir hal aldı. Fransa’da, yardım kuruluşlarına göre, pandemi nedeniyle en az bir milyon insan daha yoksulluğa itildi. Secours Catholique’in paylaştığı rakamlara göre, 7 milyon kadar insan veya yani Fransız nüfusunun yaklaşık %10’u gıda yardımlarıyla geçinmektedir.
Sanırım bugün Fransa ve hatta tüm Avrupa sokaklarını saran ırkçılığın arka planını anlamak için neoliberal politikaların doymak bilmeyen arzularını ve sermayedarların köleleştiremedikleri ile kurduğu ilişkiyi derinlemesine analiz etmek gerekiyor.
2020’den bu yana, ilk 10 Fransız milyarder 189 milyar € kazandı.
Fransız milyarderlerin sayısı pandemi döneminde 95’ten 109’a yükseldi.
Fransa’da ne zaman bir ekonomik ya da politik kriz olsa, bir günah keçisi yaratılır, suçlanacak bir azınlık bulunur. Elbette bu azınlık başkent Paris’in lüks semtlerinden ve onun zengin olanaklarından uzak banliyölerde yaşıyor. Yaşıyor diyorum ancak bu insana yakışır bir yaşamdan çok uzak, Fransızca’ da HLM (habitation à loyer modéré) denilen işsiz ve yoksulluğun buram buram hüzün koktuğu zavallı konutlarda kendilerine verilenle yetinmek zorunda kalan ve başkaldırmasından hep korkulan genelde Müslüman ya da siyahi nüfustan oluşmakta. Kimdir banliyölerde yaşayan bu azınlıklar, aslında azınlık demek matematiksel olarak büyük bir mantıksızlığı kendi içinde barındırıyor zira azınlık dediklerimiz çoğunluğu oluşturmakta!
BANLİYÖLERDEKİ HAYATLAR
Banliyölerde yaşayanların büyük bir kesimi ayda ortalama 715 € ile yaşıyor. Dikkat; yoksulluk sınırı 1102 euro olan bir ülkeden bahsediyoruz. Yani banliyölerde gördüğünüz insanların çoğu yoksulluk sınırının altında hayat sürdürmektedir. İnternetten gördükleri o ihtişamlı yaşamların çok uzağında hayatlar ve çıkması mümkün olmayan bir girdap. 65 milyonluk Fransa’nın yaklaşık %11’i yani yoksulluk sınırının altında bir gelirle yaşamakta.
Polisin 17 yaşındaki Nahel’i vurması şans eseri oradan geçmekte olan bir vatandaşın videosuyla ortaya çıktı. Bu dehşet verici olayda hükûmetin ve ana akım medyanın ilk yaptığı şey olay red etmek ve kurbanı ötekileştirmek idi, ta ki video sosyal medyaya düşünceye kadar.
Halk adaleti aramak için sokağa döküldü vatandaş fena gergin. Katil polisin Nahel’i öldürmeye nasıl cesaret ettiğini ya da onun tetiği çekerkenki rahatlığının nereden geldiğini girişteki ekonomik durumla yeniden tartışalım.
Özellikle 2000’den beri gittikçe artan eşitsizlikler en zengin ve en fakir arasında bir uçurum yaratmakta. Bu uçuruma ve onun acımasız bekçisi polise karşı gelen herkes cezalandırılmakta. Bunu 2018 sarı yelekliler olaylarında ve her seferinde gittikçe artan polis şiddetiyle ünlenen emeklilik yasa tasarısı protestolarında açıkça görmek mümkün. Özellikle süregiden emeklilik yasa tasarısı manifestolarında yaklaşık 1000’e yakın göz altı ve bine yakın polis şiddeti yaşandı.
Polis şiddetini sadece polisle açıklamak ise oldukça nahif ve orantısız kalacak. Zira yaşanan her vakanın altında sermaye ile hükûmet anlaşması var. Bu anlaşmanın polise düşen kısmında sermayenin bekçiliğini yapması görevini yaparken öldürmek de dahil tüm yetkilerle donatıldığı görülüyor. Bu yetki 2017’de Cazeneuve yasası yani "öldürme lisansı" ile alenen yasalaştı. İçişleri Bakanlığı üzerinde büyük bir etkiye sahip polis sendikası Alliance’in, yani 3 ayrı polis sendikasının birleşmesinden meydana gelen yapının, halk düşmanlığı ise aslında politik bir görevlendirmedir. Bu görevlendirmeyi Holland hükûmeti, "öldürme lisansı" ve iş kanunu da dahil olmak üzere bir çok sosyal alanda yasalaştırmıştır. Gelinen nokta ise kendi içinde birbirinden uzak ve oldukça kutuplaşmış ülkeler barındıran bir Fransa’dır.