Üç aşırı sağcı partinin parlamentoya girmesini sağlayan belirleyici etmenler; kapitalizmin krizi, göçmen karşıtlığı, milliyetçi söylemler, Karadeniz, Balkanlar ve Doğu Akdeniz’de yaşanan gerilimler.

Neo faşistlerin dönüşü
Fotoğraf: Arşiv

Seyit ALDOĞAN, Gazeteci

2000'li yıllar tüm dünyada, emperyalist- kapitalist merkezlerce estirilen neo liberalizm rüzgârlarının güçlendiği, rekabetçi ekonomi, küresel ilişkiler vb. eşliğinde kazanılmış demokratik hak ve özgürlüklere yönelik saldırıların doruğuna çıkmaya başladığı yıllar oldu. Sosyal devlet politikalarının rafa kaldırılmasının gündeme alınmasına paralel olarak gericiliğe yapılan yatırımların dozu artırıldı. “Ya bizden ya onlardan yana" şekliyle ifade edilen yeni konsept eşliğinde halklara, işçi ve emekçilere sistemli saldırıların startı verildi.

Bu dönemde Yunanistan'da da gündeme getirilen neo liberalizm politikaları "rekabetçi ekonomi", "pay kapma", "sanayinin gelişmesi" gibi propagandayla süslenerek kazanılmış tüm haklara yönelik saldırıların başlatılmasına zemin yapıldı. Burjuva hükümetler ve partiler liberalizm yarışına girerek ücretlerin yüksekliğini, sendikal hakları, sosyal güvenlik yasalarını, toplusözleşme haklarını vb. hedef aldılar. Sosyal devlet olgusu giderek ortadan kaldırılırken çalışma yaşamının liberalleştirilmesi yaşam seviyesinin hızla düşmesinin yolunu açtı. 

GÜVENLİKÇİ SÖYLEM

Bu süreçlerde hükümet olan PASOK ve Yeni Demokrasi partileri ülkede "güvenlik sorunu" olduğu propagandasına ağırlık verdiler. Terör yasaları yenilendi, ceza yasalarında değişiklikler yapıldı, genel grevler mahkeme kararıyla durdurulmaya çalışıldı, çok sayıda işçi ve sendikacı yargılandı. 

Ülke içinde bunlar yaşanırken dünyada ve bölgede gündeme gelen gelişmeler milliyetçi- gerici propagandaların etkili olmasına yol açtı. Makedonya'nın devlet olarak bağımsızlığını ilan etmesi "Makedonya Yunanistan'dır. Makedonya adının geçtiği hiç bir çözüme yanaşmayız" politikası uzun yıllar boyunca yoğun bir biçimde işlendi. Milliyetçi ve gerici bir propagandanın etkili olmasının yolları açıldı. Kiliselerin çağrısıyla on binlerin katıldığı gerici gösteriler yapılarak milliyetçilik körüklendi. Makedonya sorununa ek olarak Türk-Yunan- ilişkileri, Bulgaristan'ın düşman ilan edilmesi, Sırbistan-Kosova sorunu, Arnavutluk ile olan ilişkiler vb. Altın Şafak adlı Nazi örgütüyle diğer gerici-faşist yapılanmaların bu süreçte milliyetçi rüzgârlarla yelkenini doldurup alanlara çıkma cesaretini göstermesine yol açtı.   

2010’da patlayan kriz süreci yoksulluk ve işsizliğe yol açarken emekçi halkın, işçi ve emekçilerle ezilen tüm toplumsal kesimlerin sosyal devlete, burjuva partilere olan güvenleri kayboldu. Gelecek kaygısı ve güvencesizlik hâkim olmaya başladı. Emperyalist müdahaleler ve Yunan hâkim sınıflarının "pastadan pay kapma" kaygıları "ulusal çıkarlar" propagandasıyla birleşerek gerici akımın güçlenmesine neden oldu.

GERİCİ YARIŞ NEO FAŞİSTLERE YARADI

Bir yandan ekonomik münhasır bölge ilanı, F-35 programına katılım, İsrail, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ile yapılan anlaşmalar bir yandan da Doğu Akdeniz’de yaşanan Türk- Yunan geriliminden kaynaklanan "tehditler", "bir gece ansızın gelmeler" bu akımın başlattığı gerici propagandayı kamçıladı.

Kuşkusuz en büyük faktörlerden biride göçmen sorunu. Yunan hükümetlerinin ve burjuva partilerin bu sorun karşısında almış oldukları tutum Nazilerin ve her türden gericiliğin "ekmeğine yağ sürdü." Özellikle Yeni Demokrasi Partisi bundan önceki seçimleri asayiş ve göçmen sorunlarını ön plana çıkararak kara propaganda yaparak kazandı. Ülkenin  göçmen sorunu nedeniyle "bağ bozumunu" andıran bir görüntü sergilediğini, kendinden önceki hükümetlerin önlemler almadıklarını, gerekli yasaların çıkarılmayarak ülkenin "göçmenlerin tercihi" durumuna getirildiğini her fırsatta dile getirdiler. 

Göçmen sorunu sistemli olarak işleyen ve propagandasının merkezine koyan Yeni Demokrasi Partisi oy kaygısıyla Nazilerle "flört" eden bir tutum içine girdi. Bu parti içinde yuvalanan faşist ve gericiliği tescilli kadrolar neo Nazilerle ittifak söylemini bile dile getirmekten çekinmediler. Seçim sonrasında bakanlıklar kapan bu unsurların özellikle sol hareketlere karşı düşmanca tutumları gerici akımların propagandasını güçlendirdi. 

Yeni Demokrasi Partisi’nin Genel Başkanı olan Başbakan Kiryakos Miçotakis'in ülkenin ekonomi ve asayiş sorununun "solun rahminden" çıktığını defalarca dile getirmesi ve "sağ politikalarda popülizme yer yok" diyerek gerici propagandalara ağırlık vermesi Nazileri ve nazist propagandayı meşrulaştırdı. 

TEHLİKELİ KARIŞIM; DİN, VATAN, AİLE 

Kriz yıllarının zorluklarını çeken, ağır sömürülerle, vergilerle, hak ve kazanımların gaspıyla yeni alternatif arayışlarına yönelen belli bir kitle nazist propagandanın etkisi altında kaldı. Hiç bir dönem olmadığı kadar "din, vatan, aile" sloganı diğer taleplerin önüne çıkarılarak "halkın kutsallarının" tehlikede olduğu söylendi. Kısacası aşırı sağ örgütlenmeler halkın çıkarlarının savunucusu ve bekçisi rolünde alternatif bir güç olarak ortaya çıktılar. "Elitlerin" ve "solun" göçmen ve LGBT haklarını savunduklarını, söyleyerek yaşam ve gelecek korkusu yaşayan halkın bir kesimini etkilemeyi başardılar. Sistemin tüm sömürü çarkları, politikaları ve başarısızlıkları karşısında dini, vatanı ve aileyi koruma görevi etkili bir propaganda ve iletişim aracı olarak kullanıldı. Erdoğan yönetiminin de aynı doğrultudaki propagandalara özel bir önem verdiği ve bunda başarılı olduğu da göz önünde bulundurulduğunda bu propagandanın hakim sınıflar tarafından her zaman geçerli akçe olduğu kullanıldığı ortaya çıkmaktadır. 

Kuşkusuz siyasal gericiliğin bir diğer aracıda son yıllarda çokça üzerinde durulan ve bazen en yetkili bazen de propaganda merkezlerince dile getirilen "kültürler arası savaş" söylemidir. Özellikle son yıllarda Müslüman ülkelerdeki İslamcı hareketlerin sergilediği barbar tutumlar, Taliban’dan Hizbullah’a kadar İslami gericiliğin sergilemiş olduğu ortaçağ gericiliği, bu söylemin taban bulmasına neden oldu.

Batı ve doğu halkları arasında değişik biçimler altında özellikle din motifli "fobi"ler oluşturuldu. Göçmen sorunuyla da birleşen bu propagandaların sadece Yunanistan değil Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde etkili oldu. 

25 HAZİRAN SEÇİMİNİN ETKİLERİ

Son seçimlerde bütün bu propaganda araçlarının yoğun olarak kullanıldığı gözlenirken seçimleri kazanan Yeni Demokrasi Partisi’nin söylemlerden bir diğeri de Doğu Akdeniz politikasının ve Münhasır Ekonomik Bölge ilanından sonra elde edilen “ulusal kazanımların” tehlikeye gireceğine yönelikti. Ankara’nın tehditlerine karşı ABD ile kurulan “stratejik” işbirliğinin ve AB ile oluşturulan ortak politikaların caydırıcılığının SYRIZA ile tehlikeye gireceğini söyleyen Yeni Demokrasi Partisi bir yandan da milliyetçi söylemlere ağırlık vererek göçmen karşıtlığı yaptı. 25 Haziran seçimlerine 10 gün kala Batı Trakya’da yaşayan “Müslüman azınlık” sorunu servis edildi ve SYRIZA’nın azınlık içinden gösterdiği milletvekili adaylarının Ankara’nın onayından geçtiği söylendi. 

Yeni Demokrasi Partisi seçimlere bir ay kala “seçim hükümeti” politikaları yürütmeden de geri durmadı. Asgari ücretlerin artırılacağı, sosyal politikalara ağırlık verileceği propagandası yapıldı. 18 ve 19 yaşları arasındaki gençlere 150 avro para verileceğini açıklayarak seçim sonrasını işaret etti vb.  

Her fırsatta AB’ye bağlılığını dile getiren SYRIZA “ben daha iyisini yaparım” söyleminin önüne geçmeyen ve meclis kürsüsünde dile getirilen sınırlı muhalefetle alternatif olamadı. Troyka anlaşmaları ve kriz politikalarına karşı çıkarak hükümete gelmiş olan SYRIZA’nın alternatif bir ekonomik ve politik program önermemesi bu partiden kopuşlara neden olan en önemli etken oldu. Halkın SYRIZA’dan beklentilerinin boşa çıkmasından sonra, halk nezdinde güvenini yitirmiş çok sayıda eski PASOK vb. partilerin yöneticilerine kapılarını açarak SYRIZA- ilerici ittifak adını alması kopuşları daha da tetikledi.   

TEPKİ SANDIKLARA YANSIMADI

Yeni Demokrasi Partisi’nin 4 yıllık hükümeti boyunca troyka uygulamaları devam etti, yeni özelleştirmeler yapıldı, vergi sisteminde yapılan değişikliklerle halkın sırtına yeni yükler bindirildi ve yaşam seviyesinde vaat edilen iyileştirmeler gerçekleşmedi. Emekçi halk, işçiler ve diğer ezilen toplumsal kesimler sık aralıklarla izlenen politikalara karşı çıkarak sokaklara döküldüler. Onlarca genel grev, iş bırakmalar tren faciasında olduğu gibi günler süren ve sokaklara yansıyan kitlesel tepkiler gündeme geldi. 

2010 yılı öncesinin altına düşen yaşam seviyesi ve artan güvencesizliklere rağmen yeni demokrasi partisinin oy kullananların ezici bir çoğunluğunun desteğini kazanması ister istemez bütün değerlendirmelerin konusu oldu. 

Seçimler, büyük olsa bile emekçi halk kitlelerinin bilinç ve örgütlenme düzeyi içinde ifade edilmeyen ve bu doğrultuda maddi bir güce dönüşmeyen tepkilerinin doğru bir hedefe yönelmesinin zorluklarını ortaya koyma açısından oldukça öğretici sonuçlar içermektedir. Bilinç ve örgütlenme ile birleşemeyen “öksüz tepkilerin” sistem güçleri tarafından emilmesi büyük olasılıktır. Sadece Yunanistan seçimleri değil Türkiye seçimleri de bu gerçeği ortaya koymuş bulunuyor. Açlık ve yoksulluğun, adaletsizlik ve yolsuzlukların, sömürü ve baskının ayyuka çıktığı 20 yıllık bir sürecin ürünü olan tepkilerin ciddi bir kesiminin bütün bunlardan sorumlu iktidar partisi ya da partileri tarafından değişik biçimler altında emilerek yeniden dolgu malzemesi yapılması bu gerçeği ortaya koymaktadır. Birebir örtüşen bir örnek olmasa da Türkiye ve Yunanistan seçimlerinin ortak paydalarından birinin de bu olduğu söylenebilir. 

NAZİLERİN GERİ DÖNÜŞÜ

1973’de yıkılmasından sonra cunta yönetimiyle köklü bir hesaplaşma içine girilmediği ve bütün kurum ve kuruluşlarının tasfiye edilmediği değerlendirmesi temelsiz değil. Süreç içinde demokratik hak ve özgürlüklerin burjuva demokrasisi çerçevesi içinde anayasa ve yasalar tarafından çerçeve altına alındığı gerçeğine rağmen, sinmiş olan faşist örgütlenmeler varlıklarını güçsüz ve marjinal de olsa devam ettirmişlerdi. 1989 yılında Atina’nın merkezi meydanlarından biri olan Omonia meydanında afiş asan Türkiye devrimci komünist partisi (TDKP) taraftarlarına yönelik saldırıyla basında geniş yer bulan ilk eylemlerini gerçekleştirmiş oldular. 7 yaralı verdikleri bu eylemden sonra Yunanlı devrimcilere ve ilericilere yönelik saldırılar gerçekleştirerek adlarını duyurdular. 2000’li yıllardan sonra yavaş yavaş kendini hissettiren Naziler 2010 yılında başlayan kriz sürecinde izlenen politikalara ve AB uygulamalarına muhalefet ederek ve yabancı düşmanlığı yaparak legal faaliyet sürdürme olanağı elde ettiler. Türkiye ile yaşanan Kardak krizinin yıldönümlerinde, ege ve Makedonya sorunlarında alanlara çıkma cesaretini gösterdiler. 

Kriz yıllarında yiyecek dağıtma kampanyaları yapan ve “yunan işyerlerini ve yurttaşlarını koruma” adı altında “koruyuculuğa” soyunan Naziler 2012 yılında meclise girmeyi başardılar. Mecliste yer alan tüm partileri nazist propagandaların hedefi yaparak radikal bir tutum sergilediler. Eski Nazi artıklarını ve aşırı sağcı unsurları kısa sürede örgütlemeyi ve devlet kurumları içinde belli oranda etkili olmayı başardılar.  

Nazilerin Perama, Pirea gibi liman ve tersane kentlerinde güç toplamalarının nedeni ise armatörlerden gördükleri destekti. Bu bölgede örgütlü bulunan liman ve tersane işçilerinin bağlı bulundukları sendikalar Yunanistan Komünist Partisi’nin (KKE) kontrolünde bulunduğu için saldırılar önce bu bölgede çalışan yabancı işçilere sonra Yunanlılara yöneldi. Çok sayıda göçmen ve Yunanlı saldırılarda yaralandı. Pavlos Fissas adlı antifaşist rap sanatçısı bu bölgede katledildi.

AŞIRI SAĞCILARIN SEÇİMİ

Nazilerin tehdit unsuru durumuna gelmesi üzerine burjuva partiler kapatılması yönünde bir tutum ortaya koydular. Geniş bir antifaşist kitlenin Nazi örgütlenmelerinin yasaklanması talebi ve verilen mücadele giderek yaygınlık kazandı ve Altın Şafak organize suç örgütü suçlamasıyla kapatıldı ve milletvekilleri tutuklandı. 

Seçim sonuçlarının işaret ettiği en önemli özellik faşist ve gerici partilerin güçlenerek Meclis’e girmesi oldu. Organize suç örgütü olduğu gerekçesiyle mahkeme kararıyla kapatılan ve yönetici kadrolarının değişik hapis cezalarına çarptırıldığı Altın Şafak adlı Nazi örgütlenmesi seçimlere 15 gün kala “Spartalılar” adlı bir parti kurarak seçimlere girdi. %4,63 alarak 12 milletvekili çıkaran Spartalılar önemli bir zafer elde etti.

Şu günlerde Yunan kamuoyunda ve geniş antifaşist cephede Spartalıların Altın Şafak’ın devamı olduğu dolayısıyla milletvekilliklerinin düşürülerek kapatılması gerektiği tartışılmaya başlandı.

Meclise giren bir diğer gerici, faşist parti “Niki” (zafer) oldu. ”Vatan, din ve aile” sloganını ön plana çıkararak gerici bir propagandaya yönelen bu partinin her hangi bir örgütlenmesi ve programı yok. “Ulusal değerlerin ve Helen kültürünün” tehlikede olduğunu, “ülkenin göçmen istilasına uğradığını”, “örgütlü ve sistemli “ LGBT ve benzeri “yozlaşmaların” giderek yaygınlaştığını ve dini inancın kaybolmakta olduğunu söyleyerek meclise giren Niki, daha çok Altın Şafak, Yeni Demokrasi ve belli oranda SYRIZA’dan oy almış görünüyor. 

Meclis’te temsil edilme hakkı yakalayan sekizinci parti ise eski SYRIZA hükümeti döneminde meclis başkanlığı yapmış olan Zoi Konstantopulo’nun  “Özgürlük Seyri” Partisi-Plevsi Elefterias. %3,17 ile sekiz sandalye sahibi olan Plevsi Elefterias da her hangi bir program ve örgütlülüğe sahip değil. Daha çok SYRIZA’dan oy aldıkları biliniyor. Zoi Konstantopulo sekter ve agresif tutumlarıyla daha çok tepkici seçmenlerin desteğini almış görünüyor. 

Son on beş yılın seçim sonuçlarına bakıldığında benzeri özellikleri taşıyan ona yakın partinin meclisten geçtiği ancak bir sonraki seçimlerde yüzde biri bile bulamadıkları görülüyor. Alternatif bulamayan ve “300 milletvekilini meclis binasıyla birlikte yakmak lazım” diyen çok sayıda karamsar ve tepkici seçmen kesimi parti programlarını nede örgütlülüğünü kriter olarak almıyor. Buradan çıkarılması gereken esas sonuç, bu tür parti ve yapılanmaların, işçi ve emekçi halkı gözeten bir programa sahip olmayan sistem partilerinin izlediği politikaların bir sonucu olarak doğduklarıdır. Kaldı ki bu tür yapılanmaların kolaylıkla burjuva partilerin dolgu malzemesi olarak kullanıldıkları da bilinmektedir.  

SEÇİM SONUÇLARINDA ETKİLİ OLAN NEDENLER

Seçim sonuçlarında, Karadeniz, Balkanlar ve Doğu Akdeniz’i kapsayan geniş coğrafyada yaşanan gerginlikler, Ukrayna - Rusya savaşı gerekçe gösterilerek gündeme getirilen ABD, AB ve NATO kaynaklı planlar, enerji yolları ve politikalarında yaşanan sıkıntılar oldu. Aynı zamanda göçmen sorunu vb. etkenlere paralel olarak, 2010 yılında başlayan ekonomik krizin neden olduğu sonuçlar da belirleyici bir rol oynadı. Bölge halklarının geleceğini ve kardeşliğini torpilleyen emperyalist politikaların "ya istikrar ya geleceğinizi karartacak ekonomik ve politik kriz" biçiminde bir propaganda ve tehdit aracına dönüşmesi gericiliği güçlendirirken, "sol" ve "sosyal demokrasi" adına iktidara geldikten sonra bütünüyle emperyalist politikaların işbirlikçisi durumuna gelen SYRIZA hükümetinin hak gasplarına, sömürü reçetelerinin uygulanmasına ve IMF, AB Merkez Bankası ve AB (Troyka) politikalarına devam etmesi alternatif arayışlarının merkez sağ, gerici ve faşist partilere doğru kaymasına yol açtı. PASOK ve SYRIZA hükümetlerinin izlediği işçi, emekçi karşıtı politikaların faturası "sola" kesilerek kara bir propaganda eşliğinde pazar ekonomisinin "vazgeçilmezliği" vaazları verildi. 

Kriz döneminde sermaye partilerine sırtını dönen emekçi halk kitleleri umut olarak gördükleri SYRIZA’nın "tek yasa maddesiyle troyka anlaşmalarını ve uygulama yasalarını iptal edeceğiz" söylemine destek vererek hükümet olmasını sağladı. Ancak SYRIZA troyka anlaşmalarını iptal etmek bir yana bir öncekileri aratan iki ağır anlaşma daha imzaladı ve özellikle küçük işletme ve esnafa kilit vurduran "sermaye kontrolünü" getirdi. Ağır vergiler, hak gaspları, çalışma yasalarında yapılan değişiklikler, bankalar sisteminin güçlendirilmesi için milyarların hibe edilmesi, sosyal güvenlik yasalarının değiştirilerek emeklilik yaşının yükseltilmesi, ücretlerin düşürülmesine devam edilmesi vb. halkta "sol" partilere yönelik tepkilerin gelişmesinin yolunu açtı. 

SAĞIN ‘İSTİKRAR’ PROPAGANDASI

Yeni Demokrasi Partisi bir önceki seçimlerde ekonomik vaatleri değil “asayiş” ve “göçmen” sorununu ön plana çıkarmışken bu seçimlerde daha çok “istikrar” söylemine yatırım yaptı ve SYRIZA’nın yeniden hükümet olması durumunda piyasalara verilen güvenin sarsılacağı, troyka politikalarının yeniden başlayacağı tehdidinde bulundu. 

Bu partinin repertuarını oluşturan söylemlerden bir diğeri de doğu Akdeniz politikasının ve münhasır ekonomik bölge ilanından sonra elde edilen “ulusal kazanımların” tehlikeye gireceğine yönelikti. Ankara’nın tehditlerine karşı ABD ile kurulan “stratejik” işbirliğinin ve AB ile oluşturulan ortak politikaların caydırıcılığının SYRIZA ile tehlikeye gireceğini söyleyen yeni demokrasi partisi bir yandan da milliyetçi söylemlere ağırlık vererek göçmen karşıtlığı yaptı. 

SYRIZA ALTERNATİF OLAMADI

Her fırsatta AB’ye bağlılığını dile getiren SYRIZA “ben daha iyisini yaparım” söyleminin önüne geçmeyen ve meclis kürsüsünde dile getirilen sınırlı muhalefetle alternatif olamadı. Troyka anlaşmaları ve kriz politikalarına karşı çıkarak hükümete gelmiş olan SYRIZA’nın alternatif bir ekonomik ve politik program önermemesi bu partiden kopuşlara neden olan en önemli etken oldu. Halkın SYRIZA’dan beklentilerinin boşa çıkmasından sonra, halk nezdinde güvenini yitirmiş çok sayıda eski PASOK vb. partilerin yöneticilerine kapılarını açarak SYRIZA- İlerici İttifak adını alması kopuşları daha da tetikledi.   

BASKILAR DEVAM EDECEK

Halkın büyük bölümünün yeni demokrasi hükümetinden bir beklentisinin olmadığını belirtmek gerekir. Aynı politikalar devam edecek ve sermaye sınıfı karlarını katlarken emekçilerin payına gene yoksulluk, işsizlik ve geçim sıkıntılarıyla savaşmak düşecek. İçme suyunun bile özelleştirme kapsamına alındığı biliniyor. Bir dönemler dünyada ikinci Avrupa da birinci olan deniz taşımacılığı ve tersanelerinin yerinde yeller eserken, tarımda üretim artmasına rağmen üreticiler daha da yoksullaşmış bulunuyor. Ekonominin “rekabetçi” duruma getirilmesi adı altında düşürülen ücretler ve konan vergiler, değiştirilen sosyal güvenlik yasaları, halka kapalı sağlık sistemi, eğitim hakkının gasp edilmesi vb. devam edecektir. 

Yeni demokrasi partisinin “halktan tam yetki aldık” söylemi baskıların devam edeceğini göstermektedir. Ancak emekçi kitleler içinde bilinçli ve örgütlü bir mücadeleci kesimin bu politikalara boyun eğmeyerek mücadeleye devam edeceklerini vurgulamak gerekir. Kısacası halkın yarısının sandıklara gitmediği Yunanistan da seçim sonuçları yeni demokrasiye açık çek verildiği biçiminde yorumlanmamalıdır.