Aşırı sağın yükselişi Britanya’ya özgü, daha farklı bir kulvarda yaşanıyor. Muhafazakârların bu akımı içinde erittiğini ve sözcülüğünü yaptığını belirtebiliriz.

Aşırı sağ, muhafazakârların içinde
Irkçılık karşıtlarının sömürgeci geçmişe ait heykelleri yıkması üzerine Londra’da sokaklara çıkan aşırı sağcı gruplar polisle çatışmıştı. (Foto: AA)

Dr. Emre Eren KORKMAZ, Oxford Üniversitesi

Avrupa genelinde olduğu gibi Britanya’da da aşırı sağın yükselişinden bahsetmek mümkün. Özellikle Avrupa Birliği’nden çıkışa neden olan Brexit ve göçmen karşıtlığı üzerinden ağırı sağın yükselişine tanıklık ediyoruz. Ancak bu Britanya’ya özgü, daha farklı bir kulvarda yaşanıyor. Avrupa’nın diğer ülkelerinde olduğu gibi aşırı sağcı, göçmen ve yabancı karşıtı bir partinin ortaya çıkıp, kısa sürede yükselerek anaakım siyasetin belirleyicisi olduğu ve zamanla iktidara ortak olduğu bir tablodan daha farklı gelişmeler yaşanıyor. Burada esas itibarıyla Muhafazakar Partinin (Torylerin) bu akımı içselleştirip kendi içinde erittiğini ve sözcülüğünü yaptığını belirtebiliriz.

Elbette Brexit döneminde ve zaman zaman siyasi arenada etkili olan, konu odaklı Brexit Partisi, UKIP gibi partiler var. Bunlar misyonlarını tamamlayınca, yani Toryleri belirlenen yöne çektiklerinde sahneden çekiliyorlar. Bugün bu konumda Reform UK partisi yer alıyor, ama henüz Toryler onlara gerek bırakmıyor. Bunların yanı sıra BNP gibi yasaklanan faşist gruplar ve Tommy Robinson gibi kendisini “göçmen ve İslam karşıtı aktivist” olarak tanımlayan faşist şahıslar var. Ama onlar hem mahkemelerle uğraşıyorlar hem de daha çok holigan muamelesi görüyorlar. Henüz bunlar gibi sokak gücüne geri duyulmuyor. Ancak bunu Britanya’da demokratik kültürle, uzlaşmacılık ile ortayolculuk ile açıklamak doğru olmayacaktır. Bu düşünceler zaten iktidar partisinde aktif şekilde dile getiriliyor ve daha “yaratıcı” politikalar öne sürülüyor. Örneğin bu partiler göçmenlere karşı ama İç İşleri Bakanı gibi büyük bir hevesle ve iştahla sığınmacıları Ruanda’ya göndermeyi önermek akıllarına gelmedi.

İNGİLİZLEŞEN GÖÇMENLER

Diğer yandan Britanya’ya özgü bir olgu da Tory partisinin yönetiminde ve hükümette bu aşırı sağ ve göçmen-yabancı karşıtı fikirleri savunanların göçmen çocukları olması. Başbakan Hindistan kökenli bir Hindu. Son dönemki iç işleri bakanları aileleri Afrika’dan gelen Hindistan kökenliler. Dış İşleri Bakanı Karayiplerden. Ekonomi bakanı olduğu gibi uyguladığı politikalarla göçmenler ve azınlıklar başta olmak üzere işçilerin yaşamını bir anda mahveden Kwasi Kwarteng de Gana kökenli bir ailenin çocuğu. Elbette bu yetkililerin önemli kısmının ortak özellikleri ailelerinin Britanya İmparatorluğu döneminde sömürgelerde yönetici olmaları, bu ülkeler bağımsızlığına kavuşunca Britanya’ya gelmeleri, İngiltere’de en pahalı ve elit özel okullarda okumaları ve siyasete girmeden önce büyük finans şirketlerinde çalışma deneyimleri olmasıdır. Özetle beyaz, aristokrat bir İngiliz kadar İngilizler. Ülkede yaşayan diğer göçmen ve azınlıklarla görünümleri dışında bir ortak yönleri yok. Lakin buna karşın göçmen ve azınlık karşıtlığı başta olmak üzere aşırı sağın söylemlerini bu şahıslar dile getirdiğinde o kadar tepki çekmiyor, hatta eleştiriler olduğunda kendilerine mobing yapıldığını, her azınlıktan gelenin solcu ve woke olmak (sosyal adalet ve ırksal eşitliğe vurgu yapan hareket) zorunda olmadığını söyleyip geri püskürtüyorlar. Bu fikirlerin alıcısı olan beyaz ve İngiliz tabanda ise bu fikirlerin meşruiyeti pekişiyor, çünkü “bakın, onlar bile bu gerçeği dile getiriyor, biz farklı kültürlere saygılıyız, başbakanımız Hindu” deme imkânı sunuyor. Ayrıca aynı söylemleri beyaz, İngiliz, üst sınıf bir politikacı söylese çok ciddi bir tepki alır, protestolar ve istifa çağrıları olur ama Hindistan, Pakistan veya Gana kökenli bir bakan dile getirince ciddi bir tepki çıkmıyor. Örneğin kraliyetin bir etkinliğine katılan bir STK temsilcisine asıl memleketini ısrarla soran bir kraliyet üyesi özür dileyip istifa etmişti.

Corbyn zamanında İşçi Partisi (Labour) göçmen ve azınlık hakları konusunda net bir duruşa sahipti ve büyükşehirlerde bu kesimlerin siyasi mobilizasyonunda etkili olmuştu. Ancak büyükşehirlerde ciddi bir oy almasına karşın geleneksel olarak Labour’a oy veren, eski sanayi merkezlerinde sendikalı geçmişi olan ve Kızıl Duvar denilen Kuzey İngiltere’deki tabanıyla arası soğumuş ve son seçimde Tory parti, seçim sisteminin özelliklerinden de yararlanarak ve AB ve göçmen karşıtlığını kullanarak oraları kazanmıştı. Yeni Labour yönetimi ise bu temel konularda Tory’lerden çok da farklı düşünmüyor. Dolayısıyla aşırı sağ fikirler Tory parti içinde sindirilerek iktidarda somut politikalara dönüşüyor. Tory parti daha sağa çekerken Labour da o istikamete gidiyor. Anaakım siyaset mevcudiyetini ve gücünü koruyor ve mevcut aktörler dışında aşırı sağ üzerinden yeni politika hareketler girmiyor.

PARTİLER SAĞA KAYIYOR

Britanya pragmatik bir ülke. Bir yandan ihtiyaç duyduğu sektörlerde, genellikle de yüksek vasıflı işgücü söz konusu olduğunda çalışma iznini verme imkanları çeşitli. Bu sayede son yıllarda ülkemizden çok sayıda doktor ve yazılımcı Britanya’ya taşındı. Diğer yandan botlarla, izinsiz gelenler konusunda da sert önlemleri gündeme getiriyor. Bunları aşıp adaya çıkanları da yaşanması çok zor olan, hastalığın kol gezdiği otel ve eski askeri kamplara yerleştiriyorlar, sığınma başvuruları sürecini oldukça uzatıyorlar ve bir süredir olduğu gibi de Ruanda’ya göndermeye çalışıyorlar. Oysa Britanya’da botlarla gelenlerin sayısı örneğin Akdeniz’e kıyı ülkelerle kıyaslanamaz, onlara göre oldukça düşük. Bunun en bariz sebebi coğrafi avantajı. Fransa’dan botlarla karşıya geçmeye denizin imkan verdiği günler oldukça sınırlı. Bu yoldan gelenlerin önemli kısmı Arnavutluk, İran, Irak ve çeşitli Afrika ülkeleri oluyor. Yasal yollarla, sığınma amacıyla gelenlerin önemli kısmı Hong Kong ve Ukrayna gibi politik olarak müdahil olduğu ülkelerden geliyor. Ancak botlarla gelen yabancılar konusu siyasette önemli bir koz olarak duruyor. Özellikle ekonomide krizlerin yaşandığı, grevlerin arttığı ve skandalların ortaya çıktığı dönemlerde başbakanın botlarla gelenleri gündeme getirip sert önlemler alacağını duyurması alışılan bir konu.

Britanya’da geleneksel sanayinin geçmişe nazaran oldukça düşük bir seviye olduğu, 80’lere kadar işçi, madenci kenti olarak bilinen birçok şehirde tüm sanayi kuruluşlarının kapandığını biliyoruz. Mevcut fabrikalarda da ağırlıklı olarak göçmenler ve azınlıklar çalışıyor. Son 2 yıldır artan grev dalgaları ise daha çok kamu ile bağlantılı demiryolları, sağlık ve eğitim gibi sektörlerde yoğunlaşıyor. Dolayısıyla sendikal gücün ve sınıfsal bilincin zayıfladığı bir dönemdeyiz. Labour içinden solun kovulması ve solun ağırlıklı kesiminin kimlik temelli politika ve tartışmalarla meşgul olması da sistemden rahatsız olanlara sosyalist solun seslenmesine ve düzene soldan bir eleştiri getirilmesine engel oluyor. Bu noktada göçmenleri ve yabancı hayranı elitleri hedefleyen aşırı sağ fikirlere ilgi artıyor.

Bu kapsamda anketlerde Labour’un açık ara önde olması, yerel seçimlerde Labour ve Liberal Demokratların kazançlı çıkması, genel seçimlerde Labour’un iktidara gelmesinin büyük bir ihtimal olması üzerinden salt bu verilere bakarak Britanya’da solun yükseldiğini iddia etmek mümkün değil. Labour ve Toryler arasında farkların giderek silikleştiğini, iç politikada sağ, neo-liberal ve dış politikada militarist yaklaşımın devam edeceğini öngörmek mümkün.