Kırmızı çizgiler aşıldı
Almanya, bir yıl içinde dış politikaya ve savaşa ilişkin tüm kırmızı çizgilerini çiğneyerek savaşın tarafı oldu. Berlin’in Ukrayna’ya başta Leopard tankı olmak üzere ağır silahlar vermesi çağrısı yapan, kendilerinin de vereceğini açıklayan Avrupa ülkeleri ise şimdiden Scholz’u ortada bıraktı.
Yazı Dizisini Hazırlayan: Yaren ÇOLAK
Sadece Federal Başbakan Olaf Scholz değil, 18-20 Şubat 2022’de gerçekleştirilen Münih Güvenlik Konferansı’na katılan başkanlar, başbakanlar, dışişleri ve savunma bakanlarının çoğu Rusya’nın Ukrayna’ya saldıracağına ihtimal vermiyordu. Ama öyle olmadı. Konferans’tan birkaç gün sonra Putin, var olma hakkını neredeyse inkâr ettiği Ukrayna’ya karşı ‘askeri harekâtı’nı başlattı. Geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen 59’uncu Münih Güvenlik Konferansı’nın gündemi yine Ukrayna Savaşı’ydı.
Tüm barış ve uzlaşma çağrıları susturulmaya, kulak ardı edilmeye çalışıldığı, ateşkes talepleri “saldırgana teslimiyet“ olarak bastırıldığı için artık kimse gelecek yıl yine bu günlerde gerçekleştirilecek konferansın gündeminin daha büyük bir savaş olmayacağını söyleyemiyor.
YAŞANANLAR UNUTULDU
Scholz ve Dışişleri Bakanı Baerbock, geçtiğimiz konferansta henüz işgale uğramamış olan Ukrayna’ya silah yardımını Almanya’nın bu bölgedeki tarihi sorumlulukları gereği reddetmiş, mali ve ekonomik yardımın ise süreceğini açıklamışlardı. Scholz, Rusya’ya karşı ekonomik ambargoya da karşıydı. Hitler Almanya’sı ordularının II. Dünya Savaşı’nda Sovyetler Birliği’ndeki gerçekleştirdiği katliamlar ve yıkımlardan, insanlığa karşı işlenen suçlardan günümüz Almanya’sına çıkan en önemli ders, bir daha bu bölgede direkt ya da dolaylı olarak askeri varlık göstermemekti. Zaten yasalar da savaş, iç savaş ya da benzeri durumların yaşandığı yerlerdeki taraflardan birine silah, cephane ve diğer askeri malzemelerin yardım olarak verilmesini ya da satılmasını kesin olarak yasaklıyordu. Sosyal demokrat Scholz ve bu konferanstan kısa bir süre öncesine kadar Yeşiller Partisi’nin Eş Genel Başkanlığı’nı yürüten Baerbock’un yaptığı Federal Almanya Cumhuriyeti’nin kırmızı çizgisini savunmaktan ibaretti. Aslında Baerbock, daha önceki demeçlerinde bunun aksini savunuyordu ancak artık yeni hükümetin dışişleri bakanıydı, muhtemelen ‘devlet sorumluluğu’nun gereği böyle davranıyordu. Nitekim bir süre sonra Almanya’nın bu kırmızı çizgisi ortadan kalktı.
Yeni hükümeti oluşturan partilerden Yeşiller ve liberaller’in, uluslararası ilişkiler ve savunma konusundaki sözcüleri için bu kırmızı çizgi zaten bağlayıcı değildi. Her iki parti zaten savaştan önce de Rusya’ya karşı tüm ambargoları savunuyor, ekonomik ilişkilerin kesilmesini, Rusya’dan doğalgaz, petrol ve kömür ithalatının durdurulmasını istiyorlardı, milyarca euro yatırımla tamamlanan doğalgaz hattı Kuzey Akım-2’ye başından beri karşıydılar. Ana muhalefetteki Hıristiyan demokratlar da (CDU-CSU) eski Başbakan Merkel döneminin Rusya’yla siyasi ve ekonomik ilişkilerini artık ‘tarihi hata’ olarak görüyor, CDU’nun (Hıristiyan Demokrat Birlik) başına geçen, merkez sağın da sağındaki yeni başkanları Merz, Rusya’ya karşı ambargo ve Ukrayna’ya silah yardımı konusunda yavaş davranan Scholz’un Almanya’yı utanılacak duruma getirdiği propagandası yapıyordu.
SCHOLZ DİZE GELDİ
Scholz bu arada tarihi bir konuşma yaparak yeni bir döneme geçildiğini duyurmuş, Almanya’nın silahlanması için 100 milyar euroluk olağanüstü bütçeyi meclisten geçirmiş, yıllık savunma harcamalarının NATO’nun koyduğu hedefe uygun olarak bütçenin yüzde 2’sini, yani en az 50 milyar euroyu bulacağını açıklamıştı. Önce ambargolar konusundaki tavrını değiştirdi, Avrupa Birliği ve Atlantik ittifakı’nın Rusya’ya karşı tüm ambargolarını kabul etti. Sonra da silah ve askeri malzeme konusundaki ‘direniş’i bıraktı. Savaşın başında Ukrayna’ya desteği askerlerin başlarına takmaları için miğfer vererek geçiştirmekle suçlanan Almanya, önce ‘savunma silahları’, zamanla da sansar (marder), çita (gephard), kaplan (tiger) ve leopar (leopard) gibi yırtıcı hayvanların adı verilmiş modern tankları, İris ve Patriot uçaksavar sistemlerini de Ukrayna’ya vermeyi kabul ederek, kendisinden bekleneni yerine getirmeye başladı.
Böylece Scholz ve onu eleştirenlerin aralarında büyük bir fark olmadığı görüldü. Ancak o, halen sakin ve ciddi politikacı tutumunu sürdürüyor. Hem muhalefetin, hem Atlantik ittifakının diğer başkentlerinden gelen baskılara hemen boyun eğmiyor, onlardan farklı bir dil kullanmaya özen gösteriyor, ilk bakışta “Rusya’yı mahvedeceğiz“ ya da “Rusya’yla savaş halindeyiz“ gibi açıklamalar yapan Dışişleri Bakanı’yla görüş ayrılığı içindeymiş gibi görülüyordu. Ama savaşın birinci yılında Almanya hem askeri hem de ekonomik açıdan Ukrayna’ya en fazla yardım yapan ülke oldu. Berlin’in Kiev’e bu süre içindeki ekonomik yardımı yaklaşık 12 milyar euroyu buluyor, Ukrayna ordusunun emrindeki Gephard, Marder, Leopard-2, tanklarının sayısı giderek artıyor.
Başından beri Almanya’nın Ukrayna’nın yanında olduğunu açıklamasına ve yapılan yardımlarla ilgili istatistiklere rağmen bunun yeterli olmadığına dair propagandanın hedefi olan Scholz, geçen haftaki Münih’te Güvenlik Konferans’ında politikasını açıklarken, “Putin’in revizyonizmi zafer kazanamayacak, tam tersi olacak. Ukrayna’yı mümkün olduğunca destekleyeceğiz“ dedi. Ancak ‘denge’nin zorunlu olduğuna işaret etti. “Bir tarafta Ukrayna’ya en iyi desteğin verilmesi, diğer tarafta da savaşın yaygınlaşmasını önleme“ arasındaki ‘denge’.
SAVAŞIN YÜKÜ ARTIYOR
Ancak savaşın Almanya’ya olan yükü giderek artıyor. Enerji konusunda Rusya’ya olan bağımlılığın ortadan kaldırılması uğruna bulunan ‘alternatif’ enerji kaynakları, her şeyden önce pahalı. Üretim süreçlerinin ana girdisi olan enerji maliyetlerinin artması enflasyonun artmasına neden oldu. Temel tüketim mallarındaki, ısınma ve aydınlanma maliyetlerindeki artış dar gelirli kesimleri bunaltıyor. Avrupa Birliği Rusya’ya karşı 10’uncu ambargo paketini açıklarken Alman Sanayi ve Ticaret Odaları, önceki ambargoların Alman ekonomisine toplam maliyetinin 160 milyar euroyu ya da kişi başına 2 bin euroyu bulduğunu belirtiyor. Hem pandeminin hem de savaşın neden olduğu ekonomik krizde gerçek gelirleri büyük ölçüde azalan işçiler, sendikaları aracılığıyla ücret artışlarını zorluyorlar, şimdilik bölgesel uyarı grevleriyle yetiniyorlar ancak önümüzdeki dönemde geniş kapsamlı grevlere hazırlanıyorlar. Özellikle enerji maliyetlerinin artması nedeniyle birçok sanayi kolunda önümüzdeki dönem binlerce işçiyi kapsayacak toplu işten çıkarmalar bekleniyor. Yerel yönetimler, savaşın başlamasıyla Almanya’ya sığınan bir milyondan fazla Ukraynalı sığınmacının maliyetini karşılamadıklarından, merkezi hükümetten gelen yardımların yeterli olmadığından şikâyet etmeye başladı. Ve Almanya’nın bu savaşın fiilen bir parçası olabileceğine, bunun da daha büyük bir savaşa yani kazananı olmayacak bir dünya savaşına dönüşebileceğine dair endişeler, korkular artıyor. Ana akım medyanın amiral gemisi Frankfurter Allgemeine Zeitung, bu korkunun Putin’in işine yaradığını, Almanya’yı Kremlin’in propagandasının hedefi haline getirdiğinden şikâyet ediyor. “Demir şansölye“ Bismark’ın vecizesi “Almanlar dünyada Tanrı’dan başka bir şeyden korkmazlar“ı hatırlatıyor.
DERS ÇIKARMAMIŞ
Ancak, kısa sürede Ukrayna’nın Alman silahlarıyla Rusya’yı durdurup, yenebileceğine ve Kırım dahil kaybettiği tüm toprakları geri alabileceğine ikna olan ana akım medyadaki propagandaya rağmen şimdiye kadar yaşanan iki büyük dünya savaşının baş sorumlusu olarak suçlanan Almanya’da bu felaketlerden alınan dersler toplumun bazı kesimleri için halen önemli. Bir yıl içinde Almanya’nın dış politikaya ve savaşa ilişkin tüm kırmızı çizgilerinin çiğnenmiş olmasının yeni bir felakete yol açabileceğine dair öngörülere halen kulak verenler var.
Alman feminizminin öncülerinden Gazeteci-Yazar Alice Schwarzer ve Sol Partili politikacılardan Sahra Wagenknecht’in kaleme aldığı ‘Barış Manifestosu’nu yarım milyondan fazla kişinin imzalaması bunun işareti.Ancak savaşın ‘Ukrayna’nın zaferi’yle sonuçlanabileceği propagandası çok güçlü. Hem ‘Barış Manifestosu’, hem de ‘Frankfurt Okulu’ yaşayan tek temsilcisi düşünür Jürgen Habermas’ın savaşın ‘görüşmeler’ yoluyla sonlandırılması yolundaki çağrısı, AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı–OSZE) ile Münih Güvenlik Konferansı’ndan kısa bir süre önce yayımlandı. Ancak bu krize çözüm sunma potansiyeli taşıyan bu platformlar çağrıları görmezden geldi. Propaganda çok güçlü. Sadece ana akım medyada değil, Tageszeitung (TAZ) gibi Alman barış hareketinin sözcülüğünü üstlenen yayınlarda bile hem manifestoyu imzalayanlar, hem de Habermas, günlerdir ağır hakaretlerle karşı karşıya. Aralarında Alman ordusundan emekli generallerin, eski bakanların, dini liderlerin bulunduğu imzacıları “Putin’e hizmet etmek“le suçlayanlar bile var. Propaganda öylesine güçlü ki, Sol Parti bile manifestocuların yaptığı Berlin’deki barış mitingi çağrısını imzalamadı. (Tabii bireysel olarak çok sayıda Sol Partili imzaladı, ama örneğin bir zamanlar partinin sol radikal kanadından olan Eş Genel Başkan Janine Wissler’in imzası yok.)
Hâlbuki bütün bu çağrılar Rusya’nın Ukrayna’ya olan saldırısını ağır bir dille eleştirmekle başlıyor. Sanki savaşın yaygınlaşması, dahası Almanya’nın giderek daha yoğun olarak bu savaşa bulaşmasını savunan bir kampanya sürüyor.
Aylardır Almanya’nın Ukrayna’ya başta Leopard-II’ler olmak üzere ağır silahlar vermesi gerektiği çağrısı yapan, kendilerinin de benzer silahları vereceklerini açıklayan Avrupa ülkeleri, şimdi Scholz’u ortada yalnız bıraktılar. Almanya hariç hiçbir ülke sözünde durmuyor.
***
Savaşa karşı barışı isteyenler hiç de az değil
Bütün medya neredeyse elbirliği yapmışçasına, Rusya’nın ancak askeri dilden anladığı, Putin’i savaştan vazgeçirmek için tek yolun silahlanmak ve Ukrayna’yı en ağır silahlarla donatmaktan başka yol olmadığını savunuyor.
Münih Güvenlik Konferansı’nın en itibarlı katılımcılarının silah üreten firmaların temsilcileri olduğu en ufak bir eleştirel ifade içermeden haberlerde yer alıyor.
Konferansa katılan Ukrayna Başbakan Yardımcısı’nın kendilerine yasaklanmış ‘misket ve fosfor bombası’ verilmesini içeren skandal talebi, konuyla ilgili haberler içinde bir-iki satırla geçiştiriliyor. Putin’i Hitler’e, Ukrayna’ya saldırısını da Nazi Almanya’sının savaşlarıyla eşleştiren çarpıtmalar en ciddi yayınlarda sürekli tekrarlanıyor.
‘Kardeş halk’ Ukraynalıların Sovyetler Birliği’nin kuruluş yıllarında planlı olarak aç bırakılarak ‘soykırıma uğratıldığı’ (holodomor) iddiası kesinleşmiş bir tarihi gerçekmiş gibi savunuluyor.
Almanya’nın da taraf olduğu Minsk Anlaşması’nın aslında Ukrayna’ya zaman kazandırmak için imzalandığını, anlaşmanın gereklerine zaten uyulmayacağının baştan bilindiği ana akım medyadaki başyazılarda açık açık itiraf ediliyor.
Barış, ateşkes ve diplomatik görüşme çağrısı yapanların Ukrayna’ya silah sevkıyatını durdurulmaması halinde savaşın boyutlarının daha da büyüyeceği, Almanya’yı içine alan bir provokasyona dönüşebileceği uyarısı tartışılmıyor bile.
Amerika’nın en saygın gazetecilerinden Seymour Hersh, geçenlerde Kuzey Akım-1 ve Kuzey Akım-2 doğalgaz boru hatlarına yönelik sabotajın Amerikan askerlerince gerçekleştirildiğini ortaya çıkarmıştı. Hersh, ta Vietnam savaşından bu yana böyle önemli haberleri ortaya çıkaran araştırmacı gazeteciliğin parlak isimlerinden bir gazeteci. Ancak şimdi başta TAZ’ın yazarları olmak üzere bu konuyla ilgili neredeyse tüm gazeteciler Hersh’in aslında ‘tartışmalı’ bir gazeteci olduğunu, bu haberin de büyük olasılıkla doğru olmadığını yazıp duruyorlar. Normal koşullarda kanıtlanması halinde Almanya ile ABD arasındaki ilişkilerin kopmasına neden olabilecek bu iddialar gündemden hemen kayboldu. Kim bilir bazıları da belki Almanya’nın milyonlarca euro harcayarak yapımına katıldığı bu boru hatlarının tahrip edilmesine ilişkin bu ağır iddialar aşırı sağcı parti AfD (Almanya için Alternatif) tarafından gündeme getirildiği için duymazdan geliyordur.
Aslında 2014’te başlayan, geçtiğimiz yıl da başkent Kiev’i de hedef alacak şekilde yaygınlaşan savaşta Ukrayna, Atlantik ittifakının ve müttefiklerinin yardımı sayesinde ayakta kalmayı başardı. Putin’in hesapları boşa çıktı. Ancak birçok askeri uzman Ukrayna’nın Rusya’ya karşı bir askeri zafer kazanmasının mümkün olmadığı görüşünde birleşiyor.
Afrika, Asya ve Latin Amerika’nın uyanık liderleri Atlantik ittifakının tüm baskılarına rağmen “Bu savaş bizim savaşımız değil“ diyerek, taraf olmayı reddediyorlar.
Batı dünyasındaki ve tabii ki Rusya’daki emekçilerin de bunu görmesini beklemek bugün için gerçekçi değil. Ama asıl çözüm orada.
Cumartesi günü Berlin’deki barış mitingine katılan 50 bin kişi, Almanya’daki barış yanlılarının hiç de az olmadığını gösterdi.